29 Mart 2008 Cumartesi

Dünya Sosyal Forumu nedir?


Dünya Sosyal Forumu nedir?
Wednesday, 14 November 2007


Dünya Sosyal Forumu nedir?


Dr. Darshan Pal*

Öncelikle Dünya Sosyal Forumu’nun gerçek rolünü anlamak için, onun ideolojik temellerine, kuruluşuna, biçimlenme sürecine ve tüzüğüne yakından bakmak gerekir. DSF’nin Temel tüzüğünün 4. maddesine göre “DSF’de önerilen alternatifler, büyük uluslararası şirketler ve onlara hizmet eden uluslararası kurumlar tarafından, ulus devletlerin de onayıyla, yönetilen küreselleşme sürecine bir karşı duruş içindedir.” Fakat “bu alternatifler dayanışma içinde farklı küreselleşme biçiminin dünya tarihinde yeni bir safha olarak yaygınlaşmasını sağlayacak şekilde oluşturuldu” şeklindeki belirsiz (gerçekte ise hiçbir şey olan) bir alternatif sunulmaktadır. 10. Maddede gerçekte sosyalizm ve komünizme karşı olduklarını ifade etmektedirler; “DSF ekonomi, gelişme ve tarihe dair tüm totaliter ve indirgeyici yaklaşımlara ve devlet tarafından toplumsal kontrol adına şiddet kullanılmasına karşıdır…” Varolan sahte demokrasiyi, insancıl bir görünüş ile ilerletmeyi hedeflemektedir:
Komünistlere ve savaşan silahlı mücadelelere kapılarını sımsıkı kapatırken, arka kapıyı mevcut hükümetlerin ve partilerin gerici liderlerinin girmesi için açık tutmaktadır. Bunun için 9. Maddede “Siyasi parti temsiliyetleri veya askeri örgütler foruma katılamaz. Bu tüzüğü kabul eden devlet liderleri veya parlamento üyeleri kişisel kapasitelerinde katılmak üzere foruma davet edilebilirler.” Bu yüzden CPM’nin tüm kodamanları Asya Sosyal Forumu’nun Ocak 2003’teki Haydarabat toplantısına bireysel olarak davet edilmişlerdir.


Tüzükte açıkça DSF’nin yalnızca tartışma (tüzüğün 11. bölümü) forumu olduğunu ve mücadele gibi bir yönelimi olmadığını açıkça ikna etmek için 6. maddede şöyle söylenmektedir: “Forumun katılımcıları, foruma katılanların tümünü ya da çoğunluğunu bağlayan, forumun kurumsal olarak temel pozisyonlarını belirleyebilecek faaliyet önerileri veya beyannameler hakkında, oy birliğiyle bile olsa, kurum adına karar alamaz.” Forum kendini “Bir tartışma platformu olarak DSF, sermayenin hakimiyet araçları ve mekanizmaları, bu hakimiyete direniş yolları, kapitalist küreselleşme sürecinin ırkçı, cinsiyetçi ve çevre düşmanı boyutlarıyla küresel düzeyde yarattığı sosyal eşitsizlik sorunlarına getirilebilecek alternatif önerileri üzerine derin düşünceyi teşvik eden bir fikirler hareketidir” şeklinde tanımlamaktadır. Yani Forum yalnızca tartışma ve daha sonra neşe dolu barış içinde eve gitmek içindir. Aynı zamanda özellikle “halkın yaşamını politik eylem metodu olarak alma arayışındaki örgütlere” engel olur. Ya her gün açlık, ölüm sınırında yoksulluk ve devlet şiddeti ile alınan milyonların yaşamı; ve neden insanoğlu üzerinde merkezileşin dünya düzeni tam olarak tarif edilmiyor? Ya da bu; yalnızca bu olaya samimi olarak katılan kalabalığı –safları aldatmak için ütopik bir hayalden başka bir şey değil mi?
Dr.Darshan Pal
Bir başka deyişle; bu kendine özgü Tüzük, DSF’yi sonu gelmez tartışmalar için boş, verimsiz bir yapıya çevirmektedir. Bugün, bu yapının kökenine baktığımızda, düşüncenin DTÖ Seattle toplantısındaki tarihi mücadeleden sonra “küreselleşme karşıtı” hareketin G-8, Avrupa Konseyi, IMF ve DB toplantılarını fiili olarak kuşatarak güçlenmeye başladığı zaman ortaya çıktığını görürüz. Her başarılı olayla büyüyen çok büyük gösteriler, her toplantının bilfiil savaş kampına dönüşmesiyle emperyalist gangsterlerin bir toplantı yapmayı bile imkansız bulmaya başladıkları bir sürece ulaştı. Bu gösterilere NGO’lar, anarşistler vb. egemen olsa da ve gerçek alternatifler bulunmasa da (ya da sınırlı sayıda olsa da) en azından militan mücadeleler ve polislerle çatışmalar yaşanmaktaydı. DSF bugün, bu gösterileri karşılaşma yerlerinden, zararsız toplantılara ve aynı zamanda cephede mücadeleyi mücadele alanlarından uzaklaştırarak çocukça tartışmalara çevirmenin arayışı içindedir.
DSF’nin gerekliliği
Küreselleşme karşıtı hareket hızla büyürken, DSF fikri 2000’de Avrupa’da yapılan toplantılarda doğdu. Bazı Brezilyalı, Fransız örgütler ve NGO’lar her yıl İsviçre’nin Davos kentinde yapılan Dünya Ekonomik Forumu’na paralel bir Forum düşüncesi geliştirdiler. DSF ilk olarak Brezilya-Porto Alegre’de Fransız örgüt ATTAC (Action for Financial Transaction for the Aid of Citizens) ve onun Brezilyalı ikiz örgütü COB (Organising Brezillian Committee)’un inisiyatifinde bir toplantıda kuruldu. DSF uluslararası sekretaryası ve kapsadığı birtakım örgütler ikinci adım olarak Lula’nın İşçi Partisi’ne (PT) bağlandı. Porto Alegre toplantı yeri olarak seçilmişti; çünkü Porto Alegre’nin başkenti olduğu Rio Grande do Sul Eyaleti PT tarafından liderlik edilen sosyal demokrat bir koalisyonca yönetiliyordu. Bugün, tabi ki PT iktidardadır ve ülkenin başbakanı Lula, DSF’nin bu Şubat’taki 3. toplantısına katıldıktan hemen sonra emperyalist toplantının baş davetlisi olarak direkt Davos’a uçtu.

Enternasyonal Konsey, ATTAC, Latin Amerika Sosyal Bilimler Konseyi, Samir Amin’in Alternatiflerin Dünya Forumu, Cenova Sosyal Forumu, Katolik Kilisesine bağlı önemli örgütler, Troçkist 4. Enternasyonal (Devrimci Komünist Lig)’in Fransız ve Brezilya bölümleri ve İtalya’dan Komünist Yeniden İnşa vb 80 örgütü kapsamaktadır. Avrupalı emsallerine bağlı PT’nin sosyal demokrat eğilimi DSF Uluslararası Sekretaryasının ilk egemen gücüdür. Binlerce NGO kitlelerin büyük kısmının gözünü boyamaktadır.

Bu yüzden DSF, emperyalist küreselleşme karşıtı mücadeleyi yaymaya çalışan, şiddetin tüm şekillerine şiddetle karşı olan, sosyalist alternatifi reddeden ve emperyalist sistemde onun kötülüklerini yok edebileceği ütopik bazı anlayışları geliştiren sosyal demokrasi ve NGO sosyal aktivizm’in bir birleşimidir. Porto Alegre’deki Şubat 2002’deki ikinci DSF’de sürpriz olmayan bir şekilde esas olarak Avrupa’dan, kendi hükümetlerinin neo-liberal ve emperyalist politikalarını destekledikleri bilinen politikacıları, belediye başkanlarını ve meclis üyelerini davet ettiler. Toplantıya Fransa, Belçika ve Portekizli bakanlar katıldı. Bu toplantıda PT’ye bağlı Brezilya Sendikalar Federasyonu (CUT-DSF’de lider konumda olan örgütlerden biridir) ve ATTAC üstelik DSF’den çekilmekle tehdit ederek- ABD tipi terörizm ile ulusal kurtuluş için mücadele edenleri aynılaştıran bir kararı geçirmeye çalıştılar. Bunun temeli Avrupa emperyalizminin rolü konusunda sessiz kalırken ABD karşıtlığı üzerine kuruludur. DSF, Ford Vakfının, BM yardımları ve hükümetler ve emperyalist kurumların sözde aktardığı çok büyük fon kaynağına sahiptir.

“Kaplan”dan “kuzu”ya

DSF’nin sosyal demokratik alternatifinin öncülüğü geliştikçe iktidara geldikten hemen bir ay sonra beklenildiği gibi, çok açıkça IMF çizgisine yönelmeye başladı. Bugünkü Brezilya Başbakanı, tüm yoksul yanlısı retoriğinin ardından, yoksullar için sosyal harcamalara şiddetli bir saldırı başlattı. Lula tarafından Porto Alegre’de büyük gürültüyle açılışı yapılan DSF’nin 3. uluslararası cümbüşünden 15 gün sonra açıkça ilan edildi. PT’nin lideri Lula DSF’nin başlatılmasından birinci derecede sorumludur.

The Economist (15 Şubat 2003)’te bildirdiğine göre İşçi Partisi (PT) Ekonomi Bakanı, her IMF direktifiyle mali açığı kontrol altına almayı planladıklarına dair yeni hükümetin kararlarını açıkladı. Bu plan Brezilya’ya 30 milyar dolarlık IMF borcunun IMF Yeniden Gözden Geçirme öncesinde açıklandı. (Brezilya 250 milyar dolarlık iç borcu (GDP’nin %60’ı) ve 165 milyar dolarlık dış borcu ile iflas etmiş bir ekonomiye sahiptir. ABD, Ağustos 2002’de PT’yi iktidara getiren seçimler arifesinde IMF aracılığıyla Brezilya’ya 30 milyar dolar borç verdi. Bu borç ve bir süre önce alınan 15 milyar dolar da bugün bitmiştir.)

Plan: Yıllık geliri artırmak için petrol ve dizel fiyatlarında büyük bir artış; reel ücretlerinde açık bir düşüşle sonuçlanan, kamu emekçilerinin ücretlerindeki yükselişten kesinti; sosyal refah harcamalarında bütçe hesaplamalarında 3.9 milyar dolarlık büyük bir kesinti; şehir belediyelerinin bütçelerinde %85 kayıp; ve tüm bunların en kötüsü açlık yardımı için yapılan harcamalarda %90 oranında düşüş. Önceki sağcı hükümet tarafından yapılan geçmiş yıllardaki harcamalarla karşılaştırıldığında bile, sözde solcu başbakan sağlık ve eğitim gibi sosyal sektörlerdeki harcamalardan ciddi olarak kesinti yapmıştır –sosyal harcamalar 2002’de GDP’nin %2.4’ü iken bu yıl %2.2’ye düşmüştür.

1 Mayıs öncesinde, Lula yeni bir “hediye” ile ortaya çıktı: kamu sektörü emekli çalışanlarının emekli aylıklarında ciddi bir kesintiye gidilmesini teklif etti. Önceki sağcı hükümet de bunu denemiş fakat geçirememişti. Öneriler kendi partisinin geniş kesimleri tarafından böylesi bir insafsız kanuna karşı isyan bayrağını yükseltmesiyle parlamento huzurundaydı.

Böylece Lula kendinden önceki sağcı hükümetin geçirmeyi beceremediğini başarmış oldu. İkiyüzlü söylemler ve “sol” maskesi altında Lula, kendisini IMF’nin gözdesi yapabilecek aşırı halk karşıtı kanunları geçiriyor. Tamamen açıkça tüm gücünü sarf ettiğinden ve Mayıs’ın ortasında performansını gördükten sonra, IMF, seçimlerin arifesinde 30 milyon dolarlık büyük bir borcu serbest bıraktı. Lula’nın İşçi Partisi ile Basu’nun CPM’sinin aynı sosyal demokrat ikiyüzlülük soyundan geldiği şaşırtıcı değildir.
Hindistan’a niçin bu kadar büyük önem verilmektedir?
NGO gündeminde Hindistan önemli bir bölgedir ve NGO’lar ordusunun Hindistan için büyük planları vardır. Bu planlar öylesine büyüktür ki DSF, ilk kez yıllık toplantısını Porto Alegre dışında, Hindistan Mumbai’de yapmayı planlıyor. Üstelik Haydarabat toplantısından sonra, hiyerarşik olarak çok iyi planlanmış partisiz örgütsel yapı, devlet düzeyinden bölge, blok, taluka ve yerel düzeyde inşa edilmektedir. Amaçları “Tüm ülkede yüz bin tartışma grubu hedefiyle 1000 lokal komite” kurmak. Ve öylesine ileri gidiyorlar ki tartışmalarda tartışma gruplarının durdurulmasının tasarlanmadığını söyleyebiliyorlar. Fakat kitleleri kanalize edecekleri mücadele bu değildi. Diyorlar ki “Hindistan DSF aktivistleri DSF’nin konularının sınırını aşan, ülkedeki mevcut ekonomik ve politik uygulamalar üzerine görüş ve anlayışlarını ortaya koyacak ve bununla birlikte uygun Bakanlıklardan devlet görevlileriyle tartışmalarda söz alacaktır.” Diğer bir deyişle halkın mücadelesini dağıtmayı ve yerine halkı, talepleri için devletle lobi yapmaya iten özel bir amaç ile ülkede çok büyük bir örgütsel ağ inşa etmeyi planlamaktadırlar. Hindistan’da devlet görevlileri ve Bakanlıklar şimdiye kadar halkın problemlerine hiç ilgi gösterdiler mi? Zengin takımına hizmetleri karşılığında ceplerini doldurarak ve sosyal yardım ve refah fonlarını keserek; halka zerre kadar ilgi göstermemişlerdir. Dolayısıyla deklare edilen bu politika ile ASF, onlarla savaşmak yerine yerel hükümet görevlileri ile gizli ilişkilerle işi bitirecektir. Öz olarak kitlelerin büyüyen hoşnutsuzluğunu pasifize etmek ve onları içi boş tartışmalara yönlendirmek için ASF, devlet aygıtının bir yardımcısı olacaktır.

a) NGO’ların önemi:
Yabancılar/devletler/büyük iş kuruluşları tarafından finanse edilen NGO, bazı gelişmerle ilgili işlerde bir avuç insanı içine almaktadır; ülkedeki bu tür örgütler yüz binlerce kitleyi mücadeleden alıkoyarak, onları bazı reform hareketlerine yönlendirmek istemektedir. Küreselleşme milyonları yoksullaştırır ve zengin-yoksul çelişkisini kapitalizm tarihinde görülmemiş boyutlarda derinleştirirken, bu örgütler yalnızca kitlelerin yükselen hoşnutsuzluğunu dağıtmak ve onların öfkelerini zenginlerin para çantalarında eritmek için hareket etmektedirler. Onların “reformları” bile yalnızca mahvolmuş yoksulların küçük bir bölümüne geçici yardım vermektir. Dünya nüfusunun en zengin %1’inin geliri en yoksul %57’sinin gelirine eşittir. ABD’den yalnızca en zengin 13.000 aile 20 milyon ev halkı (Hindistan nüfusunun %10’undan fazlası) kadar gelire sahiptir. Ve tüm dünyada derinleşen resesyonla birlikte kapitalist-emperyalistler kendi krizlerini özellikle de geri kalmış ülkelerdeki ezilen kitlelerin omuzlarına yüklemek istediğinde bu koşullar daha da kötüleşmektedir. Gelecekte, yalnızca ayakta kalanlar bu iktidarlara karşı savaşı derinleştirmek isteyenler olacaktır. Ve bu olması yakın sınıf savaşlarında DSF tipindeki NGO’lar halkların öfkesini savuşturmak için zenginlere kalkan olacaklardır.

Delhi’deki 5-7 Mart 2003 Toplantısı oynanan bu gizli anlaşma tarzının kanıtıydı. Bir NGO (AIWEFA- All India Women’s Education Fund Association) BM bünyesinde “Devlet, NGO’lar ve şirketler arasındaki bağı güçlendirmek” için 3 günlük bir seminer organize etti. “Hindistan’da Gelişme Hedeflerine Ulaşmak İçin Ortaklığı İnşa Etmek!” adı verilen seminere BM’de NGO Bölümü (ECOSAC- Ekonomik ve sosyal İlişkiler Bölümü) Başkanı liderliğinde üç kişilik bir BM delegasyonu katılmıştı. Seminere katılan 40 NGO ülkedeki gelişme hedeflerini yerine getirmek için daha çok NGO’yu BM’ye sıkıca tutunmaya yönlendirmeyi amaçladıklarını açıkça ifade ettiler.

Bu müthiş bir düzendir-bir grup emperyalist çok taraflı kurum, kitlelerin yoksullaştırılmasını ağırlaştırmaya ve tüm sosyal yardım yasalarına son vermeye çalışarak küreselleşme politikalarını uygulamak için iki yönden, geri kalmış ülkeleri sıkıştırmaktadır; bir başka grup emperyalist çok taraflı kurum ise hükümetlerin önceden sosyal yardım için harcadığının küçük bir kısmını onlara vererek NGO’lar sayesinde özelleştirmeyi geliştirmektedir. Burada aynı zamanda, büyük bir oranda kaynaklar halka değil, NGO patronlarının yüksek standartlardaki yaşam biçimlerine gitmektedir.

b) CPI(M)’nin rolü:

NGO’larla birlikte, DSF’nin lider faktörü (gerçekte ise belirleyici faktör) Avrupa ve Güney Amerika’daki sosyal demokrat partilerdir. Haydarabat’ta ASF’de CPM’nin liderlik rolü oynadığını gördür. CPM’nin birçok üst düzey yöneticisi birçok platformda dikkat çekiyordu. Fakat CPM lideri Brinda Kharat açıkça “küreselleşme”ye karşı olmadıklarını ama onun negatif etkilerini yok etmek istediklerini ifade etti. CPM parlamenteri Somnath Chaterjee emperyalist forumların birçok delegasyonunun meşhur üyesi olarak görülmektedir. Ve en önemlisi Batı Bengal’deki CPM hükümeti, DB/IMF/DTÖ emirlerini ısrarla uygulamaktadırlar. Yalnızca emperyalizm yanlısı CPM’nin pratiklerine değil söylemlerine de dikkat edilirse, açıktan politikaları ve davranışları, ideolojik duruşlarını yansıtmakta ve neo-liberal reformların savunucusu olduklarını ortaya çıkarmaktadır.
C.P. Chandrasekhar ve Jayati Ghosh tarafından yazılmış “İflas Etmiş Pazar-Hindistan’da Neo-liberal Ekonomik Reformların On Yılı” başlıklı kitap bu konuda klasik bir örnektir. Bu kitap TINA’nın klasik bir örneğidir; örneğin küreselleşmenin alternatifi yoktur, yalnızca insancıl bir yüz verilmelidir vb.

Bu yüzden kitap “Reformların Yeniden Tanımlanması” (geri çevirme değil) bölümüyle bitirilmektedir. Bu bölümde “…neo-liberal reformların etkileri, dünya pazarlarıyla entegrasyonunun ve Hindistan ekonomisinin şu anki karakteri olan dışarıdan yaralanma olanağının daha büyük boyutta olduğu dönemlerde ortadan kaldırılamaz” denilmektedir. Emperyalizm savunucusu Amartya Sen’den biraz farklı düşünmelerinden kaynaklı C.P.C ve J.G Marksist olduklarını iddia etmektedirler. Fakat emperyalizme tüm insancıl bir görünüm verme iyi niyetleri için bu baylar (ve de bayanlar) “Siyasi politikaların boşluk içinde meydana gelmediğini” anlamayı başaramamaktadır. Emperyalist “küreselleşmenin” krizden büyüyen politik (ve ekonomik) politikaları gerekli kıldığı gibi emperyalist “küreselleşmenin” saldırgan politikaları da bu “insancıl yüze” izin vermez. Krizlerin yönettiği ekonomiler CPC ve JG’nin umduğu reformlara ve diğer benzeri inceliklere izin vermez. Onların anlayamadıkları şey “küreselleşmenin” emperyalizmin liberal değil “SALDIRGAN” yüzü olduğudur. Her nasılsa, kitaptaki önerilerin çoğunluğunun yararı olsa olsa açıkça Hindistan komprador büyük burjuvazisine daha fazla “manevra kabiliyeti” kazandırmak olabilir.

Öyleyse “Gelecek On Yıl İçin Ekonomik Stratejiler”de ne teklif edilmektedir? İlk olarak; “Ülkeye akan yabancı mali sermayeyi düzenlemeye ihtiyaç olduğunu” ileri sürmektedirler. Gerçek bir Marksist için doğru soru yalnızca bu akımın doğası değil, yabancı sermayeye bağımlılık olmalı mı olmamalı mı sorusudur. Sorun yabancı sermayenin ülkeyi soymasına izin verip vermeme sorunudur; sermaye hareketine bir son verip vermeme sorunudur. Ülke içinde gelişmesi için sermayenin düşük değerde kullanışlı hale getirilmesi gerektiği sorunu tartışmaya açıktır.

Ticarete ve pazara müracaat eden CPM teorisyenleri ise sürekli Hindistan pazarını geliştirmek için ihracatın önemini vurgulamaktadır. Bu konuda bunlar neo-liberal ekonomistlerden çok az farklılık göstermektedirler; tek farkları ise “serbest ticaret” yerine “devlet destekli! Piyasa demeleridir. Fakat bu fark da kavramsaldır. Bu “serbest piyasada” devlet ne zaman BPL oranlarının altında buğday ihraç edecektir. Hindistan’da serbest ya da “kontrollü” ağır yükler yüklenmiş ticaret dönemleriyle birlikte “serbest” ya da devletin kontrol etmesinin ne gibi gerçek payı olacak? O kadar ileri gidiyorlar ki “ Başarılı kapitalist sanayileşme dünya pazarlarından izole edilmiş şartlarda meydana gelmez, fakat büyüme stratejisinin bir parçası olarak bu pazarlarla bütünleşmek ister” diyorlar. Tüm bu söyledikleri ihracat gelişmeksizin “sanayileşme” ve “gelişme” mümkün değildir demektir. Toprak reformlarıyla pazarı genişletmek için sahte bağlılık göstermelerine rağmen esas önem verdikleri şey ülkenin sanayileşmesi için ihracat yapmaktır. Aslında toprak reformlarının önemi öncelikle “güçlü bir devlet için sosyal destek” yaratmak ve ancak ondan sonra pazarı genişletmek içindir. Ve bu yüzden Batı Bengal’in çürümüş ve otokratik Panchayat Raj’ı amaçları olarak verilmektedir.

Yoksullara desteğin azaltılması sorununda bile “Maliye üzerindeki zorlamalardan” şikayet ederek kesilmesi yönündeki eğilimi desteklemektedirler. İflasları öylesine derinleşti ki sürekli aynı Dünya Bankası formülünü tekrarlamaktadırlar; PDS’nin (Kamu Dağıtım Sistemi) yoksullar lehinde hedefleri daha iyi olmalıdır. Bu konudaki tüm mantıklarının neo-liberallerinkinden farkı yoktur. PDS’yi “genişletmekten” bahsetmelerine rağmen “Kabul edilebilir sınırlarla PDS’nin böylesi genişlemesinin ekonomi üzerindeki baskısını korumak için, yoksullar lehine, hedefteki sistemi korumak olmalıdır” denilmektedir.

İlk olarak, sözde “Ekonomi üzerindeki baskıları” yoksulların desteklenmesinden gelmemektedir; fakat öncelikle büyük işletmelere yüksek yardımlar, rüşvetçi politikacı ve bürokratlara harcanan aşırı masraflar ve faşist devletini korumak için polis ve askeriyeye harcanan büyük miktarlardaki üretim dışı masraflardan kaynaklanmaktadır. Bu neo-liberalizm savunucuları tüm bu diğer masrafları görmezden gelirken, yoksulların elindeki küçücük gelirlerine göz dikmektedirler. Üstelik büyük işletmeler için büyük vergi afları, şirketlerin vergilerini azaltma, yüksek gelir desteklerinin vergilerinde büyük azaltmalar vb. CPM teorisyenlerinin dokunmayı tercih etmediği “ekonomi üzerindeki baskılar”ın temel nedenleridir.

Tüm bunların dışında, bu kitapta sunulan sonuçlarla emperyalizm destekçiliğini yapan neo-liberal ekonomik reformcular arasında çok küçük bir fark vardır. Ne Batı Bengal ekonomik politikaları ile ne de diğer eyaletlerinkinin arasında çok fark yoktur. Merkezdeki CPI/CPM’nin bir parçası olduğu UF hükümetinin ekonomik politikaları ile kongre partisinin veya NDA liderliğindeki BJP’nin bir farkı yoktur. Ekonomik reform politikalarının kötü bir şekilde vurduğu üyelerini ve etkileri altındaki kitleleri pasifize etmek için daha sık karşı çıkış yapan, iktidarda hak iddia eden “swadeshi” gibi. Bu güçlerin içinden hiçbiri, emperyalizme gerçek anlamda karşı değildir.

NGO/DSF tipi örgütler
NGO ve DSF tipi örgütler, muhalefetin örgütlenmesini istemektedirler. Onlar bu suretle sistemi zararsız, güçsüz bir güce çevirerek korumaktadırlar. Bu nasıl başarılacak?
İlk olarak bu ideolojik bir sorundur. Sınıfsız bir yaklaşım ileri sürmek suretiyle toplumdaki sınıf çelişkileri gerçekliğinin üzerini kapatmaktadırlar.

Şiddetle komünizm karşıtıdırlar ve bugünkü sistemi eleştirirken, peri masalı gibi ütopyalarından başkaca bir alternatifleri de yoktur. Onlar fanatiklik derecesinde şiddete karşıdırlar ve halktan bu sistemi sürdüren canavarlarla uzlaşma yoluyla yüzyüze gelmelerini isterler. Onlar tecritçidirler, yalnızca kendi özel alanları –kadın, dalitler, kabileler, çevre vb.- üzerinde küreselleşmenin etkileriyle ilgilenen her grupla beraberdirler. Bu tür forumlarda yer alan “tartışma” nadiren ideolojik olur –çoğunlukla post-modernist soyut formülasyonların çocukça ezberden tekrarlanmasıyla sınırlandırılmıştır. Marksist argümanlarla karşılaşmayı bile reddederler ve bu tür şeylerin olmasını engellemeyi tercih ederler. Tüm şiddete –“devletçilik”, “parti hiyerarşisi” vb. karşı olsalar da, standart şiddetli münakaşalara başvururlar. Sözde halka yakınlıklarıyla, mikro deneyimleriyle; ve sınırlı dünyaları içinde teoriler üretmekle övünerek yüksek ampirikler olmaya çalışırlar. Bu, boşlukta şato inşa etmeye benzer. Bu şema içerisinde verimli ideolojik “tartışma” olamaz, ancak bir deneyimden diğerine aktarılabilir. Bu, ideolojiyi, özellikle de Marksist ideolojiyi NGO’ların saflarından, toplumun derinliklerinde süren problemlerden uzak tutmak ve bu tür analizlerden sonuçlar çıkarmaktan koruyan en etkili araçtır. Sadece reforme edilebilir bazı kötü etkilerine dikkat eden emperyalizme yüzeysel bir bakışları vardır, ki hastalığı değil semptomlarını yok etmek isterler.

Bu tür örgütlerin oynadığı ikinci rol, halkı mücadeleden uzak tutmaktır. Böylesi büyük hareketlerin gelişmiş dünyanın her yerinde yer almasıyla birlikte emperyalistler panikten mahvoldular ve hareketi zararsız bir kanala yönlendirmek ihtiyacı duydular. Daha da önemlisi, dünyanın geri kalmış ülkelerinde,küreselleşmenin yoksulluğu müthiş derecede artırmasıyla sisteme karşı militan ve devrimci mücadeleler kaçınılmaz hale geldi. Bu yüzden de bu tür çabaların odağı, varolan sisteme karşı süren güçlü silahlı mücadelelerin olduğu Latin Amerika ve Asya’dır. DSF tipindeki örgütler hem gelişmiş hem gelişmemiş ülkelerdeki bu tür mücadeleleri barışçıl kanallara yönlendirmek için sahip oldukları çok büyük kaynaklardan yararlanmaktadırlar. Haydarabat’ta ASF gibi toplantılara katılım küreselleşme karşıtı mücadelede büyük başarı elde etti; ancak ülkedeki çok ulusları hedefine alarak bundan çok daha fazlasını kazanabilirdi. Fakat böylesi bir forumda bu tür bir karar alınamazdı. Ya da küreselleşmenin ülkedeki yüz binlerce çiftçiyi yıkıma uğratmakla sonuçlanan, tarımsal ürünlerin fiyatları üzerine felaket getiren etkisiyle nasıl mücadele edileceği konusunda hiçbir karar alınamazdı. Ya ülkedeki TNC saldırısı yüzünden yerli endüstrinin insafsızca yıkımına ne demeli? Sonra, hem özel hem de kamu sektöründeki küreselleşme politikaları yüzünden işsizlik oranlarının korkunç boyutta yükselmesi ve tüm yeni neslin geleceğinin yok edilmesi üzerine tek kelime tartışma yoktu. Bu tür konular üzerine tartışma yoktu, bunun yerine tartışmalar “Ulus devlet, Demokrasi ve yoksunluk, Barış ve Güvenlik, Din ve Etnik Kimlikler; Demokrasiye Meydan okuma ve daha sayısız temelsiz, bir yere varmayan konular üzerineydi. ASF’de yaratılan atmosfer kuşkusuz katılımcılara başarı duygusu verdi ancak bu bir aldatmacadır.

Üçüncü olarak; gelişmemiş ülkelerdeki bu tür örgütler, ülkedeki ilerici ve demokratik güçlerin gerici güçlere karşı etkili bir Birleşik Cephe’nin oluşturulmasını engelleyerek devrimci yoldan soğutmak istemektedirler.

Onlar diğer ilerici ve demokratlarla aralarına engel koyarak devrimci güçleri yalıtmak istemektedirler. Bir kere bunu başardıktan sonra, bu güçleri sahte bir muhalefet ve çocukça tartışmaların çıkmazına sokacaklardır. Ayrıca çok büyük ekonomik kaynaklarını katılımcılarına kolay bir yaşam vaat ederek, böylece onların mücadele kapasitelerini körelterek baştan çıkarıcı faktör olarak kullanmaktalar. Bir kere bu yaşam tarzının müptelası olunca, çatışma ve risklerden sakınma eğilimine girmekte ve muhalefetin kurumsallaşma yolunda kolaylıkla yer almaktadırlar. Post-modernizmin ideolojisi, devlet karşıtlığı, şiddet karşıtlığı vb. olarak bu NGO tarzı muhalefet için ahlaki tanımlamalar olarak kalır. Bu hastalıktan bir kez etkilendiler mi ellerini devrimcilerden uzak tutarlar. Böylece devrimci yola aktif olarak ya da destekçi olarak katılabilecekler (1960 ve 70’lerde olduğu gibi) yoğun olarak nötralize ve pasifize olmakta ve gericilere karşı mücadeleye ilgisiz kalmaktadırlar.

Dördüncü olarak; DSF, Amerikan karşıtlığı ve diğer emperyalist güçler konusunda sessiz kalmakla diğer emperyalistlerin, özellikle de ASD ile yükselen bir mücadele içine girmekte olan Avrupa’nın bir aracı olarak kullanılabileceklerdir. DSF/ASF içindeki tüm güçler bilinçsiz olarak emperyalistler arasındaki rekabette bir araç haline gelebilir ve bu doğrultuda manüpile edilebilirler. 1970 ve 1980’lerde Sovyet emperyalizminin güç yarışında zayıfladığı süreçte ABD emperyalistleriyle mücadelesinde benzer ilerici güçleri (Afrika’daki ulusal kurtuluş hareketleri gibi) kullandığı unutulmamalıdır. Kuşkusuz bugünün tek süper gücü ABD emperyalistleri ve onun savaş çığırtkanlığı özellikle hedef alınması gerekiyorken diğer rakip emperyalist güçlerin tuzağına düşmekten sakınılmalıdır.
Bizim tavrımız ne olmalıdır?
Bu güçler tarafından oynanan böylesi bir negatif rol ile, sosyal demokratlar (revizyonistler) ve NGO’lar DSF ve ASF içinde saldırmaktadırlar. NGO’ların daha alt saflarından bir grup içinde “Komünistlerin” kurumlaşmasına kendiliğinden karşı koyuşun yükselmesine ve ülkedeki devrimci güçlerden onları uzak tutmasına bağlı olarak böylesi bir birlik egemen sınıfları memnun etmektedir. Bu, kuşkusuz, hem Brezilya’da ve aynı şekilde Hindistan’da sahnelenen bilinçli bir oyundur. Hindistan’da Haydarabat bu amaç için uygun bir zemindi.

Bu tür forumlara katılan binlerce insan arasında gerçekten değişim isteyen çok sayıda samimi insan vardır. Fakat ASF’nin revizyonist-NGO bileşenleri tarafından örümcek ağı tuzağına düşürülmektedirler. Bunlar bağımsız aydınlar, NGO’ların daha alt sıralarındakiler ve finanse edilmeyen (devlet ve yabancı kuruluşlar tarafından) sosyal örgütler olabilir. Samimi unsurları onlardan uzak tutmak için bu tür yardımları ve arkasındaki emperyalist/kompradorlarla olan gizli anlaşmaları teşhir etmek acil bir görevdir. Onlara katılarak bu tür örgütlerin meşruluklarını büyütmemek, müdahale etmek ve aktif olarak buradaki samimi unsurlara ulaşmak ve devrimci değişim politikaları için onları kazanmak gerekir. Tartışmaktansa, devrimci güçler bu örgütlerle gerçek mücadele içinde birleşmeli ve bu yolla bu unsurları fırsatçı liderlerden uzak tutmalıdırlar.

Bu ancak yaratıcı bir şekilde ASF/DSF politikalarını, gizli rollerini teşhir ederek ve devrimci alternatifi klişe ve dogmatik olmayan bir biçimde sunarak başarılabilir.Bugüne kadar insan düşüncesi kapitalist sistemin yerini alacak sosyalizm ve komünizmden başka bir sistem tasarlayamamıştır. Yalnızca pratikte değil düşüncelerdeki engelleri de aşmak için kapitalizm ve sosyalizm sistemlerinin arasına sınır çekmek açıkça yapılmalı; etrafında hiçbir mistizm olmaksızın sorunlar açık olarak ortaya konmalıdır. Özel toplantılarda görülen büyük gayret bunu ispat etmek için doğru yanıtı bulmak zorundadır. Engelleri aşmak için bilinçli olarak çabalamayanlar oldukları yerde kalırlar, fakat entelektüel samimiyet çizginin sınırsız bırakılmasını istemektedir.

Alternatif açıklanırken, bu güçlerin kendileriyle sosyalizm ve komünizm arasına mesafe koymasında önemli bir faktör olan Sovyetler Birliği ve Çin’deki geri dönüşün kavranması sağlanmalıdır. Sosyalizmin artık bir alternatif olmadığı şeklinde ve varlığını sürdüren emperyalist/NGO propagandasının avı olarak onlar tüm post-modernist teorileriyle yeni bir şeyler aramaktadırlar. Aynı zamanda sosyalizmin bu çürük sistemin tek alternatifi olabileceğini göstererek, daha önceki deneyimlerdeki çatlaklara de değinmek gerekir. Böylece insanlar komünizmin statik/durgun bir alternatif değil, yeni deneyimlerle sürekli olarak zenginleştirilecek bir yol olduğunu anlayabilir.

Haydarabat toplantısına katılan birçok samimi ve dürüst insan küreselleşmeye karşı olan geniş katılımdan etkilendiler. Onlar, emperyalistlerin karakterlerini barışçıl ricalarla asla değiştirmeyeceklerini (geçmiş tarihin de gösterdiği gibi) anlamalıdırlar. Bu, tüm dünyada yapılan büyük savaş karşıtı gösterileri dikkate almaksızın ABD’nin Irak’a yönelik savaşını uygulamasında da gördüğümüz gibi bir kez daha kanıtlandı. Savaş, özellikle dünyanın geri kalmış ülkelerindeki insafsız sömürü vb. yalnızca Bush ve Blair tarafından değil, aynı zamanda emperyalist ekonomilerin tüm dinamik ve ihtiyaçları tarafından da tasarlandı. Bugün olduğu gibi kriz dönemlerinde, emperyalistler her zamankinden daha fazla vahşi olurlar. Bushları, Blairleri ve diğer muhafazakar ve faşistleri ortaya çıkaran objektif koşullardır. Bu şeytanlar dişlerine kadar silahlanmışlardır ve yalnızca gücün dilinden anlarlar. Ancak dünya çapındaki militan halk güçlerinin kitlesel gelişimi ile bu savaş çığırtkanlarının ve faşistlerin elleri kırılabilir. Pasifistler hoş bir atmosfer yaratabilir. Ancak geleceğin yönünü etkileyemeyeceklerdir. Haydarabat’ta bulunan bu samimi insanların dışarıdaki savaş çığırtkanlarına ve fakat aynı zamanda ülkedeki gericilere karşı savaşmak için devrimci güçlerle bir arada olması önemlidir.

Ne yapmalı?

Bu tür yapılanmalara karşı tavrımızı belirlemek için, ilk olarak ve en önemlisi onların gerçek karakterlerini anlamak gerekir. Öncelikle bu tür etkileşimlerde görevimiz konusunda net olmalı ve neler kazanabileceğimizi kesinlikle tanımlamalıyız. Ve son olarak, bunu en iyi nasıl yapabileceğimizi netleştirmeliyiz. Örneğin kazanmak için atılacak politik ve örgütsel adımları doğru belirlemeliyiz.

Planlı emperyalist projeler dahilindeki bu NGO tipi yapıların karakterini kavratarak; onları demokratik ve devrimci hareketlere yönlendirmeliyiz. Bunlar, gerçek devrimciler ve tüm diğer ilerici ve demokratlar arasında çelişki yaratarak, ve genişleterek devrimci Birleşik cepheyi kırmak için bilfiil hareket etmektedirler. Fakat bu tür yapıların liderleri veya finansörlerine rağmen bu tür etkileyici yapıların tuzağına düşen, onlara katılan çok büyük bir kitle samimi ve dürüst olabilir. Bu yüzden görevimiz onların arasından samimi unsurları etkilemek ve anti-emperyalist mücadeleye kazanmaktır.

Bu nasıl başarılabilir?
Tabi ki büyük oranda bu, her olayın mevcut durumuna bağlıdır. Fakat özel bir olayda mevcut müdahale planımız üzerine birkaç nokta konabilir. İlk olarak, ilericilerin büyük bir bölümünü aldatabilmiş olan itibarlarını hiçbir şekilde artırmamalıyız. İkinci olarak, içinde bulunan dürüst unsurları ikna edebilecek bir tarzla, onların rollerini etkili bir biçimde teşhir edebilmeliyiz. Üçüncüsü, etkili ve yaratıcı bir şekilde varolan “küreselleşme” politikalarına uygun bir alternatiflerinin olmadığını ve yarı olgunlaşmış mikro planlarının ütopik karakterini ortaya çıkarabilmeliyiz. Dördüncüsü; bizim sosyalizm alternatifimiz daha önceki iki deneyimin başarısızlığa uğramasından kaynaklı hayal kırıklığı ile karşılanabilir. Onlar tarafından dillendirilen birçok sorunun kültür Devriminde bulunan yanıtları iyi bir başlangıç noktası olabilir.(Örneğin yalınayak doktorlar, ayakları üzerinde durma, görevdekilerin otokratik ve güç hırsı, komünler, vb. partiyi tek bir parça görme; fakat zıtların birliği ve mücadelesi vb. vb.)

Ve son olarak; eğer katılmak yararlı olacaksa, bu ancak tartışma konularını daha anlamlı hale getirmek ve eşzamanlı olarak mücadele programlarını gerçekleştirerek ve boş, verimsiz tartışmalara sıkıştırılmadan olabilir. Aynı zamanda tartışmaları belli bir noktaya odaklanarak, somut kararlar ve eylem kararları alınmasını sağlayarak sahtekar liderler teşhir edilecektir. Bu mümkün değilse, birçok şekilsizden biri olarak içine çekilmektense, dışarıdan güçlü müdahale ve bu katılımın bir biçimi olmamak daha iyidir.

* Tüm Hindistan Halkları Direniş Forumu (THHDF) Başkanı
Çev. ILPS Türkiye Seksiyonu
http://www.solundogusu.net/index.php?option=com_content&task=view&id=131&Itemid=1

Hiç yorum yok: