12 Mayıs 2008 Pazartesi

lunaçarski ve sanat

lunaçarski ve sanat
lunaçarski ve sanat 1

Lunaçarski'nin kültür ve sanat anlayışı üzerine...

Lunaçarski, Sovyetler Birliği'nde gerçekleştirilen sanat ve kültür politikasının belirlenmesinde, örgütlenmesinde, düzenlenmesinde, geliştirilmesinde birinci dereceden rol oynayan kişilerden biridir.
25 Ekim 1917'de (yeni takvime göre 7 Kasım) Büyük Proleter Ekim Devrimi'nin zafere ulaşmasının ardından, II. Sovyetler Kongresi tarafından 26 Ekim'de (yeni takvime göre 8 Kasım), Lenin başkanlığında bir "Halk Komiserleri Konseyi" kurulması kararı alınmış, bu konseyde "Eğitim İşleri Halk Komiseri" görevi Lunaçarski'ye verilmiş ve Lunaçarski, 1929 yılına kadar bu görevi başarıyla sürdürmüştür. Yüksek okullar da dâhil olmak üzere bütün eğitim kurumlarının, siyasi aydınlatma çalışmalarının, basın yayın organlarının, sanat ve edebiyat çalışmalarının bu komiserliğe bağlı olarak yürütüldüğü düşünülürse, Lunaçarski'nin kuruluşundan itibaren Sovyetler Birliği kültür hayatında oynadığı rol daha iyi açığa çıkar.
Anatoli Vasilyeviç Lunaçarski, liberal bir memur ailesinin çocuğu olarak 1875 yılında Ukrayna'nın Poltava kasabasında dünyaya gelmiştir. Genç yaşlarda devrimci harekete katılan Lunaçarski, 1897 yılında Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Partisi'ne (RSDİP) girmiştir. Yürüttüğü devrimci faaliyet nedeniyle Çarlık polisi tarafından defalarca tutuklanan Lunaçarski, 1898-1904 arasındaki yılları Sibirya'da sürgünde geçirmiştir.
Parti, Bolşevikler ve Menşevikler olarak iki kanada bölündüğünde Bolşeviklerin safında yer almıştır. Sürgünden sonra yurtdışına çıkan Lunaçarski, bu yıllarda Fransa, İsviçre ve İtalya, 'da yaşamıştır. Bu yıllarda Lunaçarski, hayatını kazanmak için Fransa'da kurduğu parka, soyadının ilk iki hecesini vermiş ve böylece Lunapark doğmuştur. Lunaçarski, sürgün yıllarındaki devrimci faaliyetlerini bu parktan sağladığı gelirle finanse etmiştir (Büyük Larousse).
Lenin'le ilk defa 1904 yılı Aralık ayında Paris'te karşılaşan Lunaçarski, burada diğer Bolşeviklerle birlikte "Vperyod" (İleri) ve "Proletari" gazetelerinin çıkarılması çalışmalarına aktif olarak katılmıştır. Lunaçarski, bu dönemde Lenin'le birlikte yürüttüğü çalışmaların, daha sonraki siyasi gelişmesinde çok önemli rol oynadığını belirtmiştir.
RSDİP'nin 1905 Londra Kongresi'nde silahlı ayaklanma üzerine sunulan karar tasarılarından birini Lunaçarski hazırlamıştır. 1905 Devrimi'nin yenilgisinden sonraki yıllar, Bolşeviklerle Lunaçarski'nin yollarının belli bir süre ayrıldığı yıllar olmuştur. Lunaçarski, bu dönemde Bogdanov tarafından yönetilen "tanrı arayıcıları" grubuna katılmıştır. Lunaçarski'ye yazdığı bir mektupta "Bilimsel Sosyalizm'le din arasında bir birliktelik arayanlarla bütün yollarımız kesilmiştir" (Lenin, "Mektuplar" cilt II, Almanca, sayfa 154) diyen Lenin'le Lunaçarski arasındaki mektuplaşmalar 1908 yılında kesilmiştir. Lunaçarski'nin bu yıllarda kaleme aldığı "Din ve Sosyalizm" (1908-1911) adlı kitap, Lenin tarafından oldukça sert eleştirilmiştir.
Zamanla Lunaçarski, bu idealist okuldan kopmuş ve 1917 Şubat Devrimi'nden sonra tekrar Bolşeviklerin safına katılmıştır. Yukarıda belirttiğimiz gibi, Ekim Devrimi'nden sonra kurulan ilk hükümette, "Eğitim İşleri Halk Komiserliği" gibi çok önemli bir görevin Lunaçarski'ye verilmesi, Lunaçarski'nin bu süreçte gösterdiği olumlu gelişmenin bir işaretidir.
Lunaçarski, Eğitim İşleri Halk Komiseri olarak Sovyetler Birliği'ndeki sanat ve kültür hayatının oluşması ve gelişmesinde birinci derecede rol oynamıştır. Bu görevi yerine getirirken Lunaçarski, Lenin tarafından "fütürizminden ötürü dayağı hak ediyor" ("Lunaçarski'ye Mektup"tan, Marx-Engels-Lenin "Sanat ve Edebiyat" Ekim Yayınları, sayfa 349) diye yer yer eleştirilse de, "ender rastlanan yetenekte biri" (M. Gorki, "Lenin'den anılar", Berlin 1951, Almanca sayfa 237), "sadece her şeyi bilen ve çok yetenekli değil, aldığı parti görevlerini mükemmel bir şekilde yerine getiren biri" (Westnik Komünistiçeski Akademi, 1935; aktaran "Vom Proletkult zum sozialistischen Realismus", Berlin 1981, Almanca, sayfa 6) olarak da övülmüş ve desteklenmiştir.
Lunaçarski, bu dönemde kaleme aldığı bir dizi makaleyle sanatın değişik sorunları, kültür ve eğitim çalışmalarının örgütlenmesi gibi sorunlar üzerine tavır takınmış, "proleter sanat", "sosyalist kültür" tartışmalarına birinci elden müdahale etmiştir. Lunaçarski, 1929 yılında Eğitim İşleri Halk Komiserliği görevinden ayrıldıktan sonra da "Bilimler Akademisi"nin bir üyesi olarak bu alandaki çalışmalarını sürdürmüştür.
Lunaçarski 1933 yılında Büyükelçi olarak İspanya'ya gönderilmiş, bu görevi yerine getirmek için Madrid'e giderken 26 Aralık 1933'te Mentone'da (Fransa) ölmüştür.
Sovyetler Birliği'nin sanat ve kültür politikasının oluşmasında en önemli rollerden birini oynayan Lunaçarski'nin görüşlerinin bilinmesi, "Proletkült" ve "sosyalist gerçekçilik" tartışmalarının daha iyi anlaşılması için büyük önem taşımaktadır.
Bu makalede biz, Lunaçarski'nin sanat ve kültür üzerine bütün görüşlerinin etraflı bir dökümünü yapmak değil, onun bu alandaki ana düşüncelerini kısaca vermek istiyoruz. Bu görevi yerine getirirken dayandığımız temel eser; A. Yermakova tarafından hazırlanan,1975 yılında "Iskusstvo" yayınevi tarafından Rusça olarak Moskova'da basılan, "A. V. Lunaçarski, Estetik Üzerine Seçme Makaleler" adlı derlemenin, Dietz Verlag tarafından 1981 yılında "A. Lunaçarski, Proletkült'ten Sosyalist Realizme" adıyla Berlin'de basılan Almancasıdır.
Bu makalede, sayfa (s.) numaralarını belirterek yapacağımız bütün alıntılar bu kitaptandır. Lunaçarski'nin sanat ve kültür üzerine görüşlerinin kapsamlı bir Türkçe çevirisi, ne yazık ki bugüne kadar gerçekleştirilememiş olup, bir görev olarak önümüzde durmaktadır.
Lunaçarski'nin "Lenin ve sanat" adlı makalesinin Türkçe çevirisi, yurtdışında yayınlanan Güney sayı 13'te vardır. Ayrıca, bu sayımızda Lunaçarski'nin "Marksist Eleştirinin Görevleri Üzerine Tezler" adlı makalesinin tam çevirisini yayınlıyoruz. Okuyucularımızdan, bu ve diğer makalelerde dile getirilen görüşler üzerine düşüncelerini, eleştirilerini ve önerilerini bekliyor, tartışmalara aktif katılmalarını talep ediyoruz.


***


Sosyaldemokrat sanatsal yaratıcılığın görevleri


Lunaçarski, 1907 yılında kaleme aldığı "Sosyaldemokrat sanatsal yaratıcılığın görevleri" adlı makalede, sosyal-demokrat hareketle sanat faaliyetlerinin ilişkisini inceler. Lunaçarski, bu makale için 1925 yılında yazdığı bir dipnotta; o zamanlar kendilerinin RSDİP'nin sol kanadında yer aldıklarını ve bu makalede sosyaldemokratlar için söylenenlerin komünistler için aynen geçerli olduğunu belirtir.
Lunaçarski makalenin başında, "Komünist Manifesto yayınlanalı 50 yıl oldu, fakat görünürlerde hâlâ Marksist bir sanat akımı yok" (s. 50) şeklinde gelen eleştirilere şöyle yanıt verir:
"Ben, sosyaldemokrat bir yaratıcılığın olması gerektiğini ve olacağını, onun daha şimdiden görevlere sahip olduğunu gerçekten iddia ediyorum. Parti sanatı üzerine gevezelikler gereksiz hale gelecektir.
Sosyal-demokrasi, sadece bir parti değil, bilakis büyük bir kültür hareketidir. Hatta bu zamana kadar var olanlar içinde en büyüğüdür. Sadece en güçlü dinsel hareketler yer yer onunla karşılaştırılabilirler ve Hıristiyan sanatından bahsedildiğinde bu kimseye komik gelmemektedir. Ve bazıları, Bilimsel Sosyalizmin yepyeni bir dünya görüşü ve dünya duygusu olduğunu kavramasa da, bu onların bir eksikliğidir...
Sosyalizmin kapitalizme karşı mücadelesi, en büyük kültür mücadelesidir. Bu mücadele, ağırlıklı olarak siyasi ve iktisadi silahlarla sürdürülse de, bu hiçbir şekilde, muazzam iktisadi mücadelenin ruhsal yansımasının felsefe ve sanatta dev bir rol oynamayacağı anlamına gelmez.
Felsefe alanında burjuvazi daha şimdiden bir dizi ağır yenilgiler almıştır, sanat alanında mücadele daha yeni alevlenmektedir. Fakat her büyük kültür hareketi kendi sanatına sahipti. En büyük kültür hareketi olan işçi sınıfı hareketi de bir sanat hareketine sahip olacaktır.
Yani birincisi: Hıristiyan, Budist veya Helenist sanatlarda olduğu gibi, aynı şekilde sosyaldemokrat bir sanat da mümkündür.
Ve bunun ardından ikincisi: Her sınıfın kendi dünya anlayışı ve dünya duygusu vardır. Tabii ki, üstteki sınıflar için bunu belirlemek ve ifade etmek daha kolaydır, fakat egemen olan sanat egemenlerin sanatıdır ve bu sanat, güçlü bir şekilde gelişen ve özgürlük için mücadele eden alttaki sınıfları tatmin edemez ve elbette aristokrat, burjuva, küçük-burjuva bir sanatın olduğu yerde, proleter bir sanat da olmak zorundadır." (s. 50-51)
Bu makalesinde Lunaçarski, sınıflara bölünmüş bir toplumda, proleter bir sanatın oluşmasının şartları ve gelişmesinin zorunluluğu üzerine doğru düşünceler savunmaktadır. "En büyük kültür hareketine sahip olan işçi sınıfı hareketi"nin, "nasıl büyük bir sanat hareketine de sahip olacağı", Ekim Devrimi'nden sonra Sovyetler Birliği'nde yaşanan gerçeklerde ortaya çıkmıştır.
Diğer yandan Lunaçarski'nin bu makalesinde, o zamanlar mensubu olduğu "Tanrı Arayıcıları" grubunun dinle Sosyalizm'i birleştirme çabalarının etkilerini görmek mümkündür. Lunaçarski, bu makalesinde Marksist bir sanat akımının mümkünlüğünü gerekçelendirirken, dini akımların çevresinde oluşan sanat akımlarını kanıt olarak göstermekte ve bu mümkünlüğü sürekli dini akımlarla paralellikler kurarak açıklamaya çalışmaktadır.
Lunaçarski'nin o dönem "gereksiz hale gelecektir" dediği "Parti sanatı üzerine gevezelikler"i yapanlardan biri de Lenin'dir. Lenin daha 1905 yılında; "Parti Yazını ve Parti Örgütü" adlı makalesinde, sanat ve edebiyat üzerine dile getirdiği görüşler, Lunaçarski'nin iki yıl sonra bu makalede dile getirdiği görüşlerden çok daha ileri ve berraktır. Lunaçarski'nin bu makalede yaptığı daha çok, Lenin'in görüşlerinin dinle sulandırılmasıdır. Lenin'in bu makalesinin tam çevirisi, yurtdışında yayınlanan Güney'in 10. sayısında basılmıştır.


Proletarya ve sanat


(I. Tüm-Rusya Proletkült Konferansı'nda verilen rapor için tezler)
Lunaçarski'nin acil olarak Petrograd'a gitmek zorunda kalması yüzünden katılamadığı "I. Proleter Kültür ve Aydınlanma Örgütlerinin Tüm Rusya Konferansı", 15-20 Eylül 1918 tarihleri arasında Moskova'da yapıldı. Lunaçarski'nin bu hazırladığı rapor, konferansta onun yokluğunda okundu ve Lunaçarski "fahri yönetime" seçildi. Lunaçarski'nin 9 tezden oluşan bu rapordaki tezler şöyledir:
"1. İnsanlığın genel hazinesinin tamamlayıcı öğeleri olarak belli çağlarda ve halklar tarafından yaratılan sanat eserlerindeki değerli olan her şey, tüm insanlığa ait sanat eserleri olarak adlandırılabilirler.
2. Bununla birlikte, tek tek çağların ve halkların sanatında göze batan değişiklikler, kimse tarafından reddedilemez.
3. Biz Marksistler bu değişikliklerin, ulusal ruh, dönem, klima gibi berrak olamayan kavramlarla değil, sınıflar arasındaki karşılıklı ilişkiyle belirlenen toplumsal düzene bakılarak açıklanabileceğini biliriz.
4. Sanat şu veya bu sınıfın ideolojisinin saf ifadesi olabileceği gibi, bir dizi sınıfın karşılıklı etkisi altında da durabilir; fakat sanat eserlerinin incelenmesinin en verimli yöntemi sınıfsal analizdir.
5. Aynı sınıfın sanatı, sürekli aynı kalmaz. Sınıf sanatının evriminin klasik örneği şöyledir: İlk başlangıç, çabalama dönemi, klasizm, realizm, kararsızlığın romantizmi, mistisizm.
6. Belli bir sınıfın sanatının tüm evrim basamakları, hiç de az olmayan bir şekilde bu sınıfın psikolojisi tarafından renklendirilirler.
7. Gelecekteki proleter sanatın karakterini oluşturma denemeleri bu önermelerden yola çıkmalıdır.
8. Proleter yaratıcılığın bağımsızlığı, kendini hiçbir şekilde sanatsal olmayan orijinalliklerde göstermez ve geçmiş kültürlerin tüm meyvelerinin tanınmasını bir önşart olarak kabul eder.
9. İlerici karakterde bir dizi eser yaratarak aydınlar, proleter sanatın oluşmasında daha şimdiden belli bir rol oynamaktadırlar. " (s. 65)
Proletkült delegeleri arasında o dönem, kültür mirasını reddetme, yepyeni bir kültür yaratma, bu yeni kültürün sadece işçiler tarafından yaratılabileceğini kabul etme gibi anlayışlar hâkimdi. Bu yüzden, Lunaçarski tarafından raporda dile getirilen tezler arasında, geçmiş kültür değerlerine sahip çıkan, geçmişin reddi temelinde orijinal proleter kültür yaratmayı reddeden, proleter sanatın oluşmasında aydınların rolünü olumlayan düşünceler, konferansta çoğunluk tarafından reddedildi.


Proletkült ve Sovyet kültür
faaliyetleri üzerine bir kez daha


Ekim Devrimi'nden iki gün sonra, 9 Kasım 1917'de, Lenin ve Lunaçarski tarafından imzalanan bir kararnameyle, "İşçilerin, askerlerin ve köylülerin kültür ve eğitim alanındaki bağımsız sınıf örgütlerinin, hem devletin merkezi mevkilerine hem de belediyelere ait merkezi mevkilere karşı tamamen ve bütünüyle özerk oldukları" (s. 392) kabul edilmişti.
Devrimden hemen sonra emekçilerin değişik alanlardaki sınıf örgütlerinin, olumlu bir şekilde bağımsız gelişmeleri için öngörülen bu uygulama, bazı Proletkült yöneticileri tarafından, yanlış ve yer yer parti karşıtı bir siyaset oluşturulmasına dayanak olarak kullanılmıştı. Bu dönemde Proletkült örgütleri içinde, geçmişin kültür mirasını tamamen reddeden ve yepyeni, saf bir sınıf kültürü yaratmak isteyen kişiler sayıca çok olmasa da etkileri bakımından oldukça güçlüydüler. Bazı Proletkült yöneticileri, parti siyasetiyle kendi siyasetlerinin çeliştiği noktalarda, bu kararnamede yer alan "tam özerklik" maddesini sığınak olarak kullanıyor, sosyalist inşa çalışmasında kendi paylarına düşen görevleri yerine getirmek istemiyorlar veya bu görevleri kendi düşüncelerine göre çözmek istiyorlardı.
Bu gelişmede parti içinde Proletkült örgütlerinin tamamen dağıtılmasını savunan görüşler de ortaya çıkmış, Moskova'daki Proletkült örgütünün, Moskova Sovyeti tarafından tasfiye edilmek istenmesi üzerine, 13 Nisan 1919'da Lunaçarski bu makaleyi kaleme alarak, bu girişime karşı çıkmıştır. Lunaçarski, bu makalesinde hem Proletkült içindeki yanlış düşüncelere, hem de Proletkült örgütlerinin tamamen kapatılması düşüncesine karşı çıkıyordu.
Lunaçarski, kültür mirasını reddeden, saf proleter kültür yaratmak isteyen Proletkült içindeki düşünce sahiplerine şöyle karşı çıkıyordu:
"... Proletaryanın genel insanlık bilgisinin tümüne sahip olması gerektiğini bininci defa tekrarlıyorum, o tarihi bir sınıf olarak tüm geçmişle bağıntı içinde ilerlemelidir.
Geçmişin bilim ve sanatını, onlar burjuvaziye ait olduğu için reddetmek, işletmelerdeki makineleri veya demiryollarını da aynı gerekçeyle reddetmek kadar saçmadır." (s. 68)
"Eğer biz şu an devlet aygıtına, sadece yeni olanı, sadece proleter olanı yaygınlaştırma görevi verseydik, o zaman biz proletaryayı barbarlığa sürüklerdik, onu köklerinden koparırdık..." (s. 69)
Proletkült içindeki yanlış düşüncelere bu şekilde karşı çıkarken Lunaçarski, Proletkült örgütlerinin dağıtılmasına da karşı çıkıyor ve kendi dar alanında Proletkült örgütlerinin oynayacağı olumlu role dikkat çekiyordu:
"... Proletkült bütün dikkatini stüdyo çalışmasına; proleterler arasında özgün yetenekler bulunması ve desteklenmesi, işçi sınıfı içinden her türden yazar, ressam, grafikçi, genç bilim adamı çevrelerinin oluşturulması, çok çeşitli stüdyoların ve bedensel, ruhsal kültür çalışmasının her alanında canlı örgütlerin yaratılması, abartmadan ve önünü kesmeden proletaryanın ruhunda gelişen özgür ve dayatmasız tohumların desteklenmesi vazgeçilmez görevine yoğunlaştırmalıdır." (s. 69)
Böylece Lunaçarski, hem geçmiş kültür mirasını reddederek saf bir kültür yaratmak isteyen Proletkült içindeki yanlış anlayışlara karşı çıkıyor, hem de işçi sınıfı içinde sanat faaliyetlerinde Proletkült örgütlerinin oynadığı olumlu pratik çalışmaları görmeyen ve Proletkült örgütlerinin tamamen kaldırılması gerektiğini savunan anlayışa karşı çıkıyordu.
Proletkült'ün bağımsızlığını savunanlarla dağıtılmasını savunanlar arasındaki tartışmalar devam etti. Lenin, bu tartışmalara "Proleter kültür üstüne" adlı karar tasarısıyla müdahale ederek, Proletkült örgütlerinin partiye karşı bağımsızlığı görüşünü reddetti ve Proletkült örgütlerinin özerk değil, "Eğitim İşleri Halk Komiserliği'ne bağlı yardımcı organlar olarak çalışmaları gerektiğini" savundu.


Kitabın özgürlüğü ve devrim


Lunaçarski, 1921 yılında kaleme aldığı bu makalesinde devrimle birlikte anılan; demokrasi, diktatörlük, şiddet, sansür, kardeşlik, eşitlik ve özgürlük gibi kavramları ele alarak, devrimden sonra bu kavramların anlamını ve sınırlarını tartışır. Devrimci şiddet konusunda şunları söyler:
"En son hedefi olarak devlet iktidarının sönmesini ve tüm savaşlara son verilmesini açıklayan sosyalist devrim bile, ilk zamanlarda kendine has militarizm ruhunu güçlendirmek, devlet iktidarının diktatörlüğünü, hatta onun polisiye karakterini güçlendirmek zorundadır.
Gerçek bir devrimci için, bir hamkafa için değil, bilakis gerçekten profesyonel bir devrimci için, gerici bir hükümetin elinde iğrenç olan şiddetin, devrimcilerin eline geçince kutsal ve gerekli olması gayet açıktır." (s. 82)
Lunaçarski, burada dile getirdiği görüşlerde, özgürlük, kardeşlik, eşitlik gibi kavramların sınıfsal içeriğine dikkat çekerek, bu kavramlar üzerine soyut tartışmanın boş gevezelik olduğunu belirtir.
Makalenin devamında Lunaçarski, "Rusya'da yaratıcı bireylerin haklarının korunmadığını" iddia eden küçük-burjuvaları şöyle yanıtlar:
"Ama her şeyden önce şu sorulmalıdır: Devrimci hükümet, ilkesel olarak bireysel yaratıcılığın haklarını korumak zorunda mıdır?
Bu soruya kıvırmadan şu yanıtı veriyorum: Evet o zorunludur. Kautsky, bugün de oldukça dikkat çekici ve öğretici olan «Sosyal Devrimden Sonraki Günler» adlı kitabında; «Üretimde en büyük düzen ve planlı yönetim, sanat alanında ise tam anarşi» derken tamamen doğru bir formül öne sürüyordu.
Burada bahsi geçen «anarşi»den sıradan darkafalıların anladığı gibi düzensizlik değil, bir iktidarın olmaması, şu ya da bu biçimden esinlenilmesini şart koşan bir hükümetin var olmaması anlaşılmalıdır." (s. 83)
Sanat alanında sosyalist bir devletin yerine getirmesi gereken görevler konusunda Lunaçarski, bu makalede şunları söyler:
"... Devrimci kültür devleti, ülkede bir bütün olarak sanatın, hem hayat sevinci veren, hem de yaşanılan zamanın duygularını berrak bir biçimde tasvir eden sanatın gelişmesiyle ilgilenmelidir.
O, kendine uygun düşen sanatı, özellikle selamlamak ve desteklemek zorundadır. Ama o, herhangi bir nedenden dolayı kendine uzak gördüğü veya kendi ideallerine tam uygun görmediklerine yapmacık bir şekilde çiçek uzatmamalı ve zevksiz şarlatanlara ve yaltakçı taklitleri sanat olarak satmak isteyen dalkavuklara göz yummamalıdır.
Bundan başka, şuna dikkat çekilmek zorundadır: Plakatlar, plakativ ajitativ parçalar, devrimci marşlar vs. vb. yaratmak devletin hakkı ve görevidir." (s. 84)
Lunaçarski, ülkenin içinde bulunduğu duruma göre sanatın yeri ve önemi konusunda, şunları söylemektedir:
"Her şeyden önce askeri gerilim ve devrimci hükümetin (bu arada bizim de) elindeki araçların kısıtlılığı, ülkenin kaynaklarının en gerekli alanlarda kullanılmasını zorunlu kılmaktadır. Bu durum göz önüne alındığında, ona nasıl yaklaşırsak yaklaşalım sanat her şeye rağmen ikinci sırada gelen bir ihtiyaçtır.
Birisi belki şöyle diyor: En yüksek, ama buna rağmen ikinci sırada. Romalılar, «önce yemek, sonra felsefe» diyorlardı." (s. 85)
Lunaçarski, sansür konusunda şunları söylemektedir:
"Eğer devletin kendisi, sanatsal bir propaganda yaratmak ve desteklemek istiyorsa, o zaman o aynı zamanda sanatsal karşı propagandayı da yasaklamak zorundadır." (s. 86)
Lunaçarski devamla, emekçilerin sanat adı altında zehirlenmesini engellemek için sansürün gerekli olduğunu savunmaktadır.
Bu makalede dile getirilen görüşler bütünlük içinde ele alındığında; bir yandan biçimde esinlenmeye sınır koymayı reddetme anlamında sanatta "anarşizm"den yana olan Lunaçarski'nin, diğer yandan kendine uygun bir sanat anlayışını geliştirip, desteklemeyi, devrimci devletin sadece hakkı olarak değil, görevi olarak da gördüğü açığa çıkmaktadır.


Sanat ve onun en yeni biçimleri


Lunaçarski, 1923 yılında kaleme aldığı bu makalesinde, o zamanlar moda olan belli başlı tüm sanat akımlarının detaylı bir analizini yapmaktadır. "şeylerin kendisini değil, o şey karşısında bir sanatçının, bir anlık izlenimini" (s. 117) veren empresyonizmi, yeni empresyonizmi, sanatta dekadanlığı, dekadan sembolizmi, "şeylerin kendisi veya bıraktıkları izlenimleri değil, kendi iç dünyasındaki duyguları" (s. 126) çıkış noktası alan ve "bir başkaldırı sanatı" (s. 131) olma iddiasındaki ekspresyonizmi, "yeni doğayı, yeni renkler ve biçimlerde yaratmak isteyen" (s. 134) pürizmi ve "var olanı yıkarak geleceğin sanatını yaratmak isteyen" (s. 139) fütürizmi incelediği bu makalede Lunaçarski, bu sanat akımlarının ortaya çıkış şartlarını ve gelişmelerini incelemektedir. Gerçeğin kendisini değil, bu akımlara sebep olan dürtülerden biri olan "keşfedilmemiş yeni"yi arama konusunda Lunaçarski şunları söylemektedir:
"Pazar bugün artık sınırlıdır, tabloları veya müzik eserlerini veya bu alandaki herhangi bir eseri satmak artık zordur, yaşlı ustaların yeteneğiyle rekabet etmek de zordur ve bütün pazar yaşlı ustaların eserleriyle doldurulmuştur. Bu yüzden gençler başka türlü yapmak zorundadırlar. Genç sanatçı kendini herhangi bir şekilde ayırmak, yeni temeller, yeni iyiler bulmak zorundadır, fakat melankolik şahısların dediği gibi bütün iyiler keşfedilmiş olduğundan, gerçekte yeni iyinin aslında yeni kötü olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu şekilde zevkler bozulmaktadır. Onlar gerçekten iyi olanı değil, tersine alışılmamış yeni olanı aramakta, böylece doğal olarak içsel değerler taşımayan komik düşüncelere varmaktadırlar." (s. 110)
Bu sanat akımlarının ortaya çıktıkları iktisadi ve siyasi şartları inceleyen Lunaçarski, bu akımları sınıf temellerine oturtmaya çalışmaktadır. Lunaçarski, bir sanat eserine "sırf yeni olduğu için iyi veya sırf eski olduğu için kötü" damgası vuran biçimci anlayışı eleştirmekte, yeni ortaya çıkan sanat akımlarının, kullandıkları biçim ve tekniklerle bir dizi olumlu gelişmeye katkı yapmakla birlikte, bu yöntemlerin mutlaklaştırılmasının yanlışlığına dikkat çekmekte, gerçekten büyük sanatın yaratılması için bu biçim ve tekniklerin, içi boş ve gerici emeller için değil, proletaryanın hizmetinde kullanılması gerektiğini belirtmektedir.
Bu bağlamda Lunaçarski, işçi sınıfının durumunu şöyle anlatmaktadır:
"...Proleter edebiyat ve proleter sanat oluşma aşamasındadır, fakat bu gelişme yavaş olmaktadır, çünkü proletarya hâlâ oldukça zayıftır ve onun kültürü şimdilik esas olarak aydınlar arasından proletaryanın safına geçenler tarafından belirlenmektedir. Marx, Engels, Lenin de aydınlar arasından gelmediler mi? Ve onlar, proletarya içinde muazzam bir örgütleyici rol oynadılar; aydınlar arasından proletarya safına geçen sanatçılar da aynı şekilde rol oynayabilirler ve aydınlar şüphesiz bu örgütlenmeyi desteklemektedirler. Proleterler arasından da büyük sanatçılar çıkabilir, fakat bu hedefe yıllardır sanat atmosferi içinde yaşamış ve tekniğe hâkim olanlar daha kolay erişecekler; ve onlar proleter sanata doğru giden yolda birinci basamağın inşasına yardım edeceklerdir.
Bu süreç bizde yavaş gerçekleşmektedir, çünkü aydınlar kendi içinde düzensizdirler; aydınlar, rüzgarda sallanan kamış gibi tüm yönlere doğru yalpalamaktadırlar, bununla birlikte onlar için tek doğru yol proletaryaya doğru yönelmektir. O zaman pürizmle ekspresyonizm, gerçek anlamlarını bulacak ve birbirleriyle doğal biçimde kaynaşacaklardır; o zaman, muazzam bir sınıfın duyguları onların ruhunda yoğunlaşarak komünist esinlenme doğal bir biçimde gerçekleşecektir. Ve o zaman, muhtemelen bu zamana kadar yaşanmamış büyüklükte birleşik büyük bir sanat ortaya çıkacaktır." (s. 140-141)


Lenin ve sanat


Lunaçarski, Lenin'in ölümünden sonra 1924 yılında kaleme aldığı bu makalesinde, kendi anılarına dayanarak Lenin'in sanat anlayışını aktarmaktadır. Lunaçarski'nin bu makalesinin tam çevirisi, yurtdışında yayınlanan Güney'in 13. sayısında vardır. Lunaçarski, makalenin girişinde Lenin'in sanat anlayışı üzerine şunları söylemektedir:
"Lenin'in hayatı boyunca, ciddi bir şekilde sanatla uğraşmak için çok az zamanı oldu ve o her türlü amatörlüğe yabancı olduğu ve bu tür davranışlardan nefret ettiği için sanat sorunları üzerine görüş belirtmeyi pek sevmezdi. Ama buna rağmen onun zevki belirgindi. O, Rus klasiklerini; edebiyatta, tiyatroda ve resimde vs. gerçekçiliği severdi." (s. 142)
Lunaçarski, makalenin devamında devrimden önce ve sonra Lenin'e birlikte yaşadığı sanatın sorunlarıyla ilgili bir dizi anısını dile getirerek Lenin'in sanat anlayışının doğru bir biçimde kavranılmasına çalışmaktadır. Lenin'in fütüristlere ve Proletkülte nasıl yaklaştığını örnekleriyle anlatmakta; kişi olarak Lenin'in "fütürizme karşı hep reddedici tavır takındı"ğını (s. 145) aktarırken, aynı Lenin'in "hiçbir zaman kendi estetik sempatisinden ya da antipatisinden yola çıkarak yön verici düşünceler geliştirmedi"ğine dikkat çekmektedir. (s. 146)
Lunaçarski, makalenin sonuna doğru, 1920 yılında yapılan Proletkült konferansı sırasında, Lenin'den aldığı ağır eleştiriler konusunda da tavır takınmaktadır. Lunaçarski, o konferansta Lenin'in kendinden istediği açıklıkta tavır takınmadığını belirterek, yaptığı konuşmanın "epeyce kaçamaklı ve uzlaşıcı" olduğunu belirtmektedir. (s. 147) Lunaçarski, buna gerekçe olarak "orada toplanan işçileri yaralamak bana hiç doğru görünmedi" demektedir. (Güney 13, sayfa 31)
Yaklaşık 400 bin üyesi olan Proletkült örgütlenmesi, o yıllarda bütün ülke çapına yayılmış olup, yirmiden fazla dergi çıkarmaktadır. (s. 390) Lenin, Lunaçarski'yi konferansta yaptığı bu uzlaşıcı ve oldukça kaçamak konuşma yüzünden oldukça sert eleştirir. Lunaçarski, Proletkült örgütlenmesinin zamanla Lenin'in direktifiyle yeniden yapılandığını aktardıktan sonra "şunu tekrarlamak istiyorum, o (Lenin) kesinlikle onu (Proletkültü) dağıtmak istemedi. Tersine onun (Proletkültün) saf sanatsal hedeflerini anlayışla karşılıyordu." (s. 147) demektedir.
Lenin'i endişelendiren, Proletkültün sanatsal faaliyetlerinden çok, onun içinde yuvalanan Bogdanov gibi burjuva unsurların Proletkült üzerinden kendi yanlış siyasi hedeflerini yayma tehlikesiydi.
Lunaçarski'nin aktardığı anılardan, Lenin'le kendi arasında, ülkenin sahip olduğu kaynakların kullanılmasında bazı kültürel faaliyetlerin yeri konusunda fikir ayrılıkları olduğu ortaya çıkmaktadır.
Bolşoy Tiyatrosu'na süren devlet desteğinin devam etmesini savunan Lunaçarski'ye karşı Lenin, "Köylerde en basit okullar için bile araçlarımız yoksa, lüks bir tiyatro için büyük paralar harcamamız olacak iş değildir" diyerek bu desteğe karşı çıkmaktadır. Lunaçarski'yle Lenin arasında benzer bir tartışma, Mayakovski'nin "150 milyon" adlı eserinin basılması konusunda da yürümüştür.
Lunaçarski, ülke kaynaklarının kullanılmasında, kültürel ve sanatsal faaliyetlerin en önde gelmesini vs. savunmamaktadır. Daha önce "Kitabın özgürlüğü ve devrim" adlı makalenin incelenmesi sırasında gördüğümüz gibi, "yemeğin", "felsefeden" önce geldiğinin bilincinde olan Lunaçarski için, ülke kaynaklarının kullanımında sanat ikincil derecede bir önem arz etmektedir.
Lunaçarski, "Devrim esnasında oluşan yeni sanatsal ve edebi yaratıcılıklar ve örgütlenmeler, büyük ölçüde Lenin'in görüş alanının dışında kaldılar. O'nun bunlarla uğraşacak zamanı da yoktu" (s. 147) demekte ve Lenin'in artık "devrim üzerine daha sonra oluşan ve daha olgun edebi eserler üzerine fikir belirtecek durumda olmamasının üzücü olduğu"nu (s. 147) belirtmektedir. Bu anlamda, Lenin'in devrim esnasında ortaya çıkan yeni örgüt, akım, kişi ve onların sanat eserleri üzerine yaptığı -zaten oldukça kısa olan- değerlendirmeleri bu çerçevede ele alınmalıdır. Lenin, bu alanda dile getirdiği kimi düşüncelerini, konunun uzmanı olarak değil, bir dizi iş arasında tavır takınmak zorunda olan biri olarak dile getirmiştir. Lenin, Lunaçarski'nin yukarıda belirttiği gibi kendi beğenilerini çıkış noktası almamıştır. Lenin, sanat alanında fikir belirtmek zorunda kaldığında, sürekli bu alandaki yetersizliğini vurgulamış ve alçakgönüllü davranmıştır.
Lunaçarski, bu makalesini şöyle bitirir:
"Vladimir İliç'in sinema sanatına karşı gösterdiği büyük ilgi, herkes tarafından da bilinmektedir." (s. 147)
Hiç kuşkusuz, zamanımızdaki sinema sanatının önemiyle, 1920'lerin başındaki sinema sanatının önemi arasında büyük fark vardır.


Sanat biliminde biçimcilik


Lunaçarski, 1924 yılında kaleme aldığı bu makalesinde, burjuvazinin sanat alanındaki son silahı olan biçimciliğin ortaya çıktığı koşulları, sanat dünyasındaki etkileri ve biçimciliğe karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiğini tartışmaktadır. Lunaçarski, makalesine şöyle başlamaktadır:
"Biz Marksistler için, saf biçimci bir sanatın var olduğu tartışma götürmezdir.
Uzun zamandan beri halk dilinde bu saf biçimci sanata, şatafatlı olmamakla birlikte oldukça anlamlı ve isabetli bir ad takılmıştır: İçeriksiz sanat." (s. 148)
Lunaçarski, sınıflar arasında süren mücadelenin bir yansıması olarak sanat tarihindeki gelişmelerin biçimciliği nasıl doğurduğunu ve sanatın değişik alanlarında biçimciliğin nasıl ortaya çıktığına değindikten sonra, siyasi olarak ilericilik barutunu çoktan tüketmiş olan burjuvazinin sanat alanındaki tavrını şöyle açıklamaktadır:
"Bugünün burjuvazisi sadece içeriksiz ve biçimci sanatı sevebilir. O (burjuvazi), bunu (içeriksiz, biçimci sanatı) tüm halk katmanlarına enjekte etmek istemektedir." (s. 155)
Lunaçarski, biçimciliğin hâkim olduğu yerlerde sanat alanında ortaya çıkan durumu şöyle tanımlamaktadır:
"Biçimci sanat egemen olduğunda, suratsız maskeler taşıyan bir çapulcu takımı gibi, edebiyat dâhil olmak üzere sanatın bütün alanlarına girdiğinde, o zaman o çok değişik bir rol oynamaya başlayacak; o genel olarak insanları eğlendirecek, daha açık ifade etmek gerekirse onları yanıltacaktır..." (s. 154)
Burjuvazinin elinde kültür ve sanatın günümüzdeki işlevi, kitleleri uyutup yanıltıp kendi siyasi emellerine alet etmekten başka nedir ki?
Biçimciliğin, devrim sonrası Rusya'sında oynadığı rol üzerine Lunaçarski şunları söylemektedir:
"Kadetlerin komünizme karşı açıktan bir mücadelesini düşünmek bile mümkün değildir, fakat biçimciliğin Marksizm'e karşı açıktan mücadelesi pekala mümkündür ve bu çok iyi bir şeydir. Bu alanda Marksizm oldukça gençtir, bu mücadele onun sadece güçlenmesine hizmet edecektir."(s. 157-158)
Rusya'da biçimciliğin o dönemdeki teorisyenlerinden biri olan Eichenbaum'la polemikte Lunaçarski, şunları söylemektedir:
"... Bay Eichenbaum'un sürekli başvurduğu şu açıklama onun için karakteristiktir: «Bu eski, bu yıpranmış!». Moda peşinde koşmak ve yenilik ihtirası, biçimciliğin kaçınılmaz yol arkadaşlarıdır." (s. 164)


Marksist eleştirinin görevleri
üzerine tezler


1928 yılında kaleme aldığı bu makalesinde Lunaçarski, Marksist bir sanat eleştirisinin nasıl olması gerektiği; eleştirmen, yazar, sanatçı ilişkisinde nelere dikkat edilmesi gerektiği ve eleştirmenin görevleri, sorumlulukları üzerine çok değerli görüşler dile getirmektedir. Bu yüzden bu makalenin tamamının çevirisini bu sayımızda yayınlıyoruz. Okuyucular bu makaleyi dikkatle incelemelidirler.
Lenin ve edebiyat bilimi
Lunaçarski; ilk defa 1932 yılında yayınlanan bu kapsamlı çalışmasında, Marx ve Engels'in eserinin sürdürücüsü ve geliştiricisi olarak Lenin'in, genel ve özel olarak kültür sorunlarındaki yaklaşımının etraflı bir tahlilini yapmaktadır. Bu çalışma, bir yönüyle Lunaçarski'nin 1924 yılında, Lenin'in ölümünün ardından kaleme aldığı "Lenin ve sanat" adlı makalesindeki görüşlerin oldukça genişletilmiş biçimidir.
Makalenin girişinde yer alan "Sorunun konuluşu" adlı bölümde Lunaçarski, Marx ve Engels'ten sonra proletarya ideolojisinin asıl geliştiricisi olarak Lenin'i tanıtmakta, daha sonra gelen "Lenin'in felsefi anlayışı" adlı bölümde, Lenin'in felsefe alanındaki görüşlerine, katkılarına geçmektedir. Bu bölümün bitiminde Lunaçarski, "Lenin'in felsefi mirasında yer alan her şeyin, edebiyat bilimi için muazzam bir öneme sahip olduğu" (s. 266) tespitini yapmaktadır. Ondan sonra gelen "Lenin'in kültür öğretisi" adlı bölümün girişinde ise, "Lenin'in kültür öğretisi temelde tabii ki, Marx ve Engels'inkiyle aynıdır" (s. 266) tespitini yaparak, ardından Lenin'in bu alandaki görüşlerini tarihi gelişimi içinde ve örnekleriyle aktarmaktadır.
Makalenin "Lenin ve bugünkü Marksist edebiyat bilimi" adlı bölümünde Lunaçarski, Lenin'in 1905 yılında kaleme aldığı "Parti örgütü ve parti yazını" adlı makalenin detaylı bir tahlilini yapmaktadır. Lunaçarski, "Bu makale, partinin siyasi yazınını, gazeteleri, bilimsel yayınları vb. bir düzene koymak için duyulan ihtiyaçtan yazıldı" (s. 320) tespitini yapmakta, hemen ardından şunları söylemektedir: "Fakat doğal olarak bu makalenin objektif önemi, bu çerçeveyi aştı ve Lenin'in fikirleri, mükemmel bir biçimde o zamanın tüm güzel ruhlu edebiyatını açıklamak için de uygundular." (aynı yerde)
Lunaçarski, daha sonra bu bölümün tümünde Lenin'in bu makalesinin, edebiyat ve sanat alanında taşıdığı tarihi derslere dikkat çekerek şu tespiti yapmaktadır:
"Bu makalenin yazılmasının üzerinden çeyrek yüzyıl geçmiş olmasına rağmen, bugüne kadar o, sahip olduğu oldukça derin anlamdan bir harf bile kaybetmemiştir." (s. 324)
Yazılma amacı o olsa da, Lenin'in sadece yazın alanındaki örgütsel düşüncelerini değil, bunun ötesinde sanatın sınıfsal içeriği, kapitalizm ve sosyalizmde sanat ve sanatçının rolü ve konumu üzerine programatik düşüncelerin yer aldığı bu makalenin tam çevirisi yurtdışında yayınlanan Güney'in 10. sayısında; bu makale üzerine geniş bir yorum Güney'in 11. sayısında, bu yorum üzerine tartışmalar Güney'in 13. ve 14. sayılarında yer almaktadır. İlgilenen okuyuculara bu sayılara bakmasını ve bu tartışmalar üzerine düşünce ve eleştirilerini bize iletmesini tavsiye ederiz.


Sosyalist gerçekçilik


Lunaçarski'nin, 12 Şubat 1933 tarihinde, SSCB Yazarlar Birliği Örgütleme Komitesi'nin 2. Plenumuna sunduğu bu rapor, daha sonra Sovyetler Birliği'nin resmi sanat çizgisi olarak kabul edilecek olan "sosyalist gerçekçilik" üzerine çok önemli düşünceler içermektedir. Lunaçarski, rapora şöyle başlamaktadır:
"Sanat, her zaman toplumun üstyapısının bir parçasıydı ve sınıf mücadelesinde aktif bir rol oynadı. Egemen sınıflar onu kendi çıkarlarına uygun bir toplum yaratmak için kullandılar; tarihsel gelişme içinde egemen sınıfların karşısına çıkan sınıflar tarafından da o, bu mücadelede silah olarak kullanıldı. Sözüm ona sanat için sanat -yaşamdan kaçan, gerçek yaşam sorunlarına oldukça uzak duran ve onu açıkça aşağılayan bir sanat, aktif veya pasif, bilinçli veya bilinçsiz toplumsal güçlere uzak duran bir sanat- her şeye rağmen, oldukça berrak ve belirli bir şekilde belli sınıf çıkarlarına hizmet eden toplumsal bir güçtür.
Marksist sanat ve edebiyat bilimi, sanatın toplumsal yaşamdan gerçek bir kopuşunu mümkün sayan yalancı teoriyi reddetti. Biz, toplumsal hayata sırt çevirmenin, bu toplumsal hayata karşı belli bir tavır almak demek olduğunu ortaya çıkardık." (s. 326)
Lunaçarski, sanatın toplumsal temeli ve rolü üzerinde durduktan sonra proletaryanın nasıl bir sanattan yana olması gerektiği sorusuna geçmektedir:
"... Proletaryanın ve onunla ittifak içindeki grupların sanatı esasında sadece gerçekçi olabilir. Ve niçin? Daha Plehanov, alışıldığı üzere tüm aktif sınıfların gerçekçi olduklarının altını çizmişti. Marx, bizim dünyayı kavramak değil değiştirmek zorunda olduğumuzu söylemişti. Ama insanın kendini sadece gerçeğin bilinmesiyle sınırlaması durumunda bile o bir gerçekçidir." (s. 328)
Lunaçarski, proletaryanın sanatta gerçekçilikten yana olması gerektiğini belirttikten sonra, tarihte toplumsal hareketin öncüsü olduğu dönemlerde burjuvazinin de gerçekçi bir sanattan yana olduğunu aktarmaktadır. Lunaçarski, daha sonra proletaryanın hizmetinde yeni bir aşamaya yükselen gerçekçiliğe, sosyalist gerçekçiliğe geçmektedir:
"Sosyalist gerçekçilik neden oluşmaktadır?
Her şeyden önce o da gerçekçidir, gerçeğe bağlıdır." (s. 331)
"Biz gerçeği kabul ediyoruz, biz onu statik olarak kabul etmiyoruz, -onu statik olarak tekrar tanımak mümkün olur muydu?- biz onu her şeyden önce görev olarak, gelişme olarak kabul ediyoruz." (s. 331)
"Sosyalist gerçekçi gerçekliği, zıtların sürekli mücadelesi içindeki gelişme olarak, hareket olarak kavramaktadır." (s. 332)
"Gerçekten devrimci sosyalist gerçekçi, gerilimli heyecanların insanıdır ve bu durum onun sanatına renklerin ateş ve ışık gücünü katar.
Sosyalist gerçekçi statikçi olamaz, kaderci olamaz, o tamamen tutkulu, mücadeleci olmalıdır." (s. 332)
Gerçeğin durağan, statik ve kaderci değil, hareket halinde, gelişme halinde kavrandığı bir sanat anlayışının ifadesi olarak gerçekçiliği savunan Lunaçarski, burjuva ideologları tarafından bunun nasıl çarpıtıldığını aktarmaktadır. Burjuva ideologları, örneğin Sovyetler Birliği'nde o an yaşanan hayattan olumsuz bir parça göstermekte, bu olumsuz parçayı öne çıkararak insanlarda tüm Sovyetler Birliği üzerine karamsar düşüncelerin oluşmasına sebep olmakta ve buna gerçekçilik demektedirler. Bu yapılan, belli bir anlamda, olumsuz anlamda gerçekçiliktir. Bu kullandıkları yöntemle burjuva ideologları, Sovyetler Birliği'ndeki hayatı, gelişmesi ve hareketi içinde değil, bu gelişme ve hareketten kopararak ve bir parçayı öne çıkararak açıklamaktadırlar. Bu anlamda bu yöntem, gerçek hayattan bir parça alınarak da yapılsa, gerçekliği doğru olarak yansıtmamaktadır.
Lunaçarski, daha sonra sosyalist gerçekçiliğin anlamı, yöntemi, niteliği ve hedefleri üzerine şu geniş tanımlamayı yapmaktadır:
"Sosyalist gerçekçilik, oldukça geniş bir programdır; o bizde şu an var olan ve gelecekte edineceğimiz çok değişik yöntemleri kapsamaktadır; o, son derece mücadeleci, son derece yapıcıdır; o insanlığın komünist geleceğinden emindir ve o proletaryanın, partisinin, önderinin gücüne güvenmektedir; o, dünya çapındaki sosyalist inşanın bizim ülkemizde gerçekleşen birinci perdesinin ve ilk esas mücadelenin büyük önemini kavramaktadır." (s. 338)
Bu tanımdan sonra Lunaçarski, sosyalist gerçekçiliğin değişik sanat akımları içindeki gelişimini anlatmaktadır. Daha sonra Lunaçarski, sosyalist gerçekçiliği benimseyen sanatçıların görevleri ve çalışma biçimleri üzerinde durmakta; onlardan mutlaka Marksizm-Leninizm bilimini, diyalektik materyalizmi kavramaya çaba ve özen göstermelerini talep etmektedir.
Sonsöz yerine
Lunaçarski, ilk kez 1933 yılında yayınlanan bu makalesinde, sosyalist gerçekçilik ve biçim sorunu üzerinde durmakta, sosyalist gerçekçiliğin belli bir biçimi olup olmadığı sorusuna yanıt vermektedir:
"«Biçim» kelimesi, hem esasen Avrupa sanat bilimi yazını içinde, hem de bizde, kesin olarak tespit edilmiş bir anlama sahip değildir. Buna rağmen ben, «sosyalist gerçekçilik» sloganının biçim belirlenmesi olarak görülmesine karşıyım. «Sosyalist gerçekçilik», belli bir çağ boyunca egemen olacak olan (ve belki de sosyalist insanlığın, yani insanlık sanatının nihai, en yüksek biçimlerini karakterize edecek olan) bir öğretinin tamamıdır. Fakat gerçekçilik, klasisizm, romantizm gibi öğretiler de çok çeşitli biçimlere sahiptiler." (s. 359)
"Parti, proletarya edebiyatı sorununu ele aldığı yerlerde, hiçbir zaman proleter edebiyatın biçiminin ne olması gerektiğini belirlemeye kalkışmadı...
Genel olarak biz, bu sorunda da yolun sonunda değil, bilakis başında bulunuyoruz. Biz, herhangi bir şekilde şimdi, teorik olarak proleter biçimin ne olduğunu belirleyecek, bunun ardından ona sadık kalmaya çalışacak, ona uymayanları kesecek veya cezalandıracak durumda değiliz. Biz, tiyatro yazarlarımıza (ve yazarların hepsine) biçim aramada en geniş özgürlüğü tanımak ve onların bu arayışından, onların başarı ve başarısızlıklarından, sosyalist sanat yaratımının ana biçimleri için örnekler türetmek zorundayız." (s. 361)
Lunaçarski'nin bu makalede biçim üzerine dile getirdiği görüşler, nüve olarak daha önceki yazılarında ve "sosyalist gerçekçilik" üzerine raporunda mevcuttur. Lunaçarski, sosyalist gerçekçiliğin biçimi ne olmalıdır diye çok ateşli yürütülen tartışmaların ortasında, belli bir biçimin sosyalist gerçekçiliğin biçimi olarak ilan edilmesine karşı çıkmakta, bu alanda daha yolun başında bulunulduğuna işaret etmekte, ileride oluşacak ana biçimlere örnek teşkil etmeleri için sanatçılara biçimde tam özgürlük verilmesini talep etmektedir.
Ne yazık ki, Sovyetler Birliği'ndeki gelişmeler Lunaçarski'nin talep ettiği yönde olmamış; klasik gerçekçi biçimler sosyalist gerçekçiliğin asıl biçimi olarak kabul edilerek, biçimsel yeni denemelerin gelişmesi önemli ölçüde frenlenmiştir. Biçimdeki bu yeni yön, Sovyetler Birliği'ndeki sanatın gelişmesini uzun sürede oldukça olumsuz etkilemiştir.
Sovyetler Birliği'nde, sosyalist gerçekçiliğin biçiminin belirlenmesi konusunda yapılan bu hata üzerine yurtdışında yayınlanan Güney'in 11, 12, 13 ve 14. sayılarında geniş tavır vardır. Merak eden okuyucular bu sayılara bakabilirler.


Toparlarsak...


Lunaçarski, Sovyetler Birliği'nde gerçekleştirilen sanat ve kültür politikasının belirlenmesinde, örgütlenmesinde, düzenlenmesinde, geliştirilmesinde birinci derecede rol oynayan kişilerden biridir. Lunaçarski, zengin bilgi birikimiyle komünist partinin saflarına katıldığı andan itibaren, özellikle kültür sorunları üzerine en yoğun çalışmaları yürüten insanlardan biridir.
Lunaçarski, Bolşevik-Menşevik ayrılığında safını Bolşeviklerden yana belirlemiştir. Lunaçarski'yle Bolşeviklerin yolu, 1905 Devrimi'nden sonra, Lunaçarski "tanrı arayıcıları"nın safına geçmesi yüzünden ayrılmıştır. Bu dönemde, dinle Sosyalizm'i birleştirmeye çalışması yüzünden Lenin tarafından oldukça sert bir biçimde eleştirilen Lunaçarski, zamanla bu hatalı yaklaşımını terk etmiş, 1917 Şubat Devrimi'nden sonra yeniden Bolşeviklerin safına katılmıştır.
Lunaçarski, bu dönemde gösterdiği olumlu gelişme yüzünden Ekim Devrimi'nden sonra kurulan hükümette, "Eğitim İşleri Halk Komiseri" görevine getirilmiştir. Bu görevi 1929 yılına kadar başarıyla yerine getiren Lunaçarski, bu dönemde Sovyetler Birliği'nin sanat ve kültür hayatının oluşturulmasında, geliştirilmesinde birinci derecede rol oynamıştır. Lunaçarski, felsefe ve sanat alanında bir zamanlar sahip olduğu yanlış görüşleri terk etmişse de, Ekim Devrimi'nden sonra bu görüşlerin sürdürücülerine karşı verdiği mücadeleyi, yer yer yeterli kararlılıkta yürütmemiş, bu yüzden Lenin'in sert eleştirilerine hedef olmuştur.
Lunaçarski'nin hataları, onun tüm mücadelesi içinde önemli bir yer tutmamaktadır. Lenin tarafından yer yer sert bir şekilde eleştirilse de, aynı Lunaçarski, "sadece her şeyi bilen ve çok yetenekli değil, aldığı parti görevlerini mükemmel bir şekilde yerine getiren biri" olarak övülmüş ve desteklenmiştir.
Lunaçarski, sanat ve kültür alanında bir dizi makale kaleme alarak, değişik sorunlarda insanların aydınlatılması görevini yerine getirmeye çalışmıştır. Marx, Engels ve özellikle Lenin'in kültür, sanat alanındaki görüşlerinin yaygınlaştırılması ve güncel sorunlarla bağ içinde kavranması için çaba göstermiştir.
Sanat için sanat safsatalarına karşı çıkarak, sanat faaliyetlerini sürekli olarak yeni bir dünya kurma mücadelesinin silahlarından biri olarak görmüştür. Proletkült hareketinin yanlışlarına karşı çıkarken onu yanlış bir zamanda tamamen ortadan kaldırmak isteyenleri de eleştirmiştir.
Proletaryanın sanat alanındaki tercihi olarak sosyalist gerçekçiliğin oluşmasına büyük önem vermiştir. Sosyalist gerçekçiliğe belli bir biçim belirlenmesine haklı olarak karşı çıkmış, bu alanda sanatçılara tam bir serbestlik verilmesini talep etmiştir.
Lunaçarski'nin bıraktığı eser, sosyalist bir dünya kurulması mücadelesinde proletaryanın elinde, özellikle de sanat ve kültür alanında oldukça değerli bir silahtır.

kaynak:

http://www.guneydergisi.com/konular/

Hiç yorum yok: