23 Mayıs 2008 Cuma

ölümü durdurmak/yüksel genç


Ölümü durdurmak


Bazen hayat ilginç tesadüflerle beraber geçmişinizi size taşır. 'Esir asker' İbrahim de öyle taşıdı beni geçmişe. 11 yılllık aradan sonra onu görmek, emin olun farklı bir duyguydu. Oturup eski bir asker ve eski bir gerilla olarak yaşadığımız Zap'ın kıyısını, ortak tanıdığımız gerilla ve askerleri, o zamanlara ait hatıralarımızı paylaştık. İki karşı cephede yer almış düşman güçler gibi değil, çok olağan iki eski dost gibi. O söyleşinin bir kısmı dün bu sayfalarda da yayınlandı. Ama yayınlanandan çok daha fazlasını söylediği muhakkaktı.

Mesela o zamanlardan tanıdığı kimi gerillaların artık yaşamadığını benden öğrendiğinde nasıl üzüldüğü o sayfalara yansıyamadı. İlk günlerin korkusuyla son dönemlerin sorgusu arasındaki gelgitleri de, öğretilenle öğrenilen farkın yarattığı derin kırılmayı, acı duyma sürecinin bitip normalleşeceğini düşündüğü memleketinde yaşadığı yalnızlığı, dışlanmayı yeterince sayfalar taşıyamadı. Ama o hayatta garipsedikleri de dahil çok şeyi dolu dolu paylaştı.

Mesela gerillada ilk günlerinde Osman Öcalan veya Şemdin Sakık'la birlikte kalışını garipsemiş. Onlar için 'yoğunlaşma'da dediklerinde bunun ne demek olduğunu pek de anlayamamış. Anladığı, pratiği tartışmalık olan gerillalara dönük özel bir uygulama olduğuymuş. Askerde bir hata yapan askerin ağır yaptırımı ile buradaki 'yoğunlaşma' kültürü arasındaki fark şaşırtmış. Uzun süre asker ile gerilla arasındaki farkları sorgulamış. Savaşmaya ait kimi refleksler dışında çok da benzerlik bulamamış. Onlarla kuş avlamış, voleybol oynamış, çocukluk anılarını paylaşmış. Diğer esir askerler gibi, iade süreçleri gelişene kadar sosyal yaşamın bir parçası olmuş.

İbrahim'le konuşurken kendimizi bir anda savaş denen mekanizmanın soğuk gerçeğini sorgularken bulmuştuk. Neden diğer esir askerlerin benzer biçimde savaşa karşı çıkma cesareti gösteremediğini, askerlik ve esirlik sonrası yaşadıkları güçlükler ve travmaları paylaştık. DTP kongresinde Kürt halkından dilediği özür içinse dolu doluydu.

'Kürt halkı, bizim vücudumuz kullanılarak, Türklük kimliğimiz kullanılarak kontrolsüz bir savaşa, kontrolsüz bir yok sayılışa tabi tutuluyor. Ve bu h‰l‰ devam ediyor, h‰l‰ bu gerçekle yüzleşilmedi, h‰l‰ Türkiye'deki mevcut koşullar bu durumu sindirmeye hazır değil. Suskun kaldığımız müddetçe vicdanların kanamasında payımız var. Bütün bunları yaşadıktan sonra tepkisiz kalıp, birileri kendini yaşatsın, birileri kendi çıkarlarını sürdürsün diye bedenimizin, kimliğimizin kullanılmasını kaldıramıyorum' diyordu. Milliyetçi bir kültürden farklı olanla eşitlenme sürecine kayışını, değişimlerini yaşayarak anlatıyordu.

Yüzleşmenin en anlamlı öğrenme, adaleti bulma süreci olduğunu farketmiş olmalı ki, hep yüzleşmeden bahsediyordu.

'Benim sesim aslında Türkiye'de vicdanı büyütmeye yöneliktir. Özellikle Türkiye halkı vicdanını büyütülebilirse ve üzerlerindeki korkuyu aşabilirse karşı tarafın ölümünü azaltır' diyordu.

O ölümlerin önü alınsın dese de son haftaların en tehlikeli gelişimi ne yazık ki yeni bir savaş dalgasına kamuoyunun hazırlanmasıdır. Büyükanıt, İbrahim'in yalan olduğunu yaşayarak öğrendiği gerçekler üzerinden savaşı büyütmeyi hayal ediyor. Birilerinin güç olma oyununa katılabilmek için İbrahimleri Berivanlarla karşı karşıya getirme süreci hızla işliyor. Yaratılmış düşmanlık yargılarının kamuoyunda güncellenmesi ile halklar bir adım daha fazla şiddete yönlendiriliyor.

Böylesi bir savaş çıkmazından kurtulmak için bana öyle geliyor ki İbrahim gibi daha çok insanın 'yeter artık vücudumuzu kullanamazsınız' demesi gerekiyor. İbrahim gibi birçok askerin daha savaşın acılarını bilmeden savaş kararları alanlara yaralarını göstermesi gerekiyor. İbrahim gibi şimdi birileri çıkıp 'hayır böyle yaşanmadı, onlar anlattığınız gibi değil, savaş anlattığınız gibi yaşanmıyor' diyebilmeli.
http://www.gundemonline.com/haber.asp?haberid=30335

Hiç yorum yok: