5 Haziran 2008 Perşembe

DÖRTLERİN ANISINA -HAMİT BALDEMİR

DÖRTLERİN ANISINA
Diyarbakır 5 Nolu Zindanı`nı pek çok insan anlatmış ve bunu yazıya geçirmiştir. Kimi romanını yazmış ve kimi de anı veya rapor biçiminde kitaplaştırmıştır. Bu tür çalışmaları kim yapmış olursa olsun anlam biçiyorum ve taktir ediyorum. Eleştirilerim saklıdır. Gerek duyduğumda bu eleştiri hakkımı kullanmak üzere bu konuyu burada es geçiyorum. Çünkü benim de süreçle ilgili sözüm var.

Burada anlatmak istediğim Dörtlerin Tarihsel Eylemidir. Mayıs ayı , bizim mücadele tarihimizde önemli olayların yaşandığı bir aydır. “İlk”lerimizin olduğu bir ay. Tarihimizde önemli izdüşümleri olan bir ay. Türkiye devrimci harekeketin mücadele tarihinde de hareketli ve tarihsel izdüşümleri olan bir ay. Dünya devrimci tarihi için ha keza. Ne var ki, Mayıs ayındaki sıcaklık doğada meydana gelen devinimler ve canlılık zindanlara yansımaz. Hele Diyarbakır 5 Nolu Zindanı`na hiç yansımazdı. Ama toplumsal ve ulusal mücadeleye ivme kazandıran bir ay olma özelliğini Diyarbakır 5 Nolu Zindanı`nında korudu. 1 Mayıs İşçi-Emekçi Bayramı ; Denizler`in idam edilişleri ; İbrahim Kaypakkaya`nın katledilişi bu aydadır. Büyük enternasyonalist ve Özgürlük Hareketi`nin kurucu önderlerinden Haki Karer bir 18 Mayıs Günü Ölümsüzleşti. Yine Özgürlük Hareketi için bir milad teşkil eden; Hilvan Devrimci Halk Direnişi`ne vesile olan ; Hilvan halkı tarafında sevilen ve sayılan Devrimci Önder Halil Çavgun 17 Mayıs`ı 18 Mayıs`a bağlayan gece polis ve yerel işbirlikçiler tarafından katledildi. Daha pek çok örnek vermek mümkün.

Ama Dörtlerin eylemi pekçok boyutuyla “ilk” tir. Elbette sadece ilk olma boyutuyla tarihsel önemde değildir. Dönemin özgün ve olağanüstü koşullarına yanıt veren ve zindan direniş anlayışına yeni bir biçim ve ivme kazandıran bir eylem. Dünya zindan direnişinde de belki bir ilktir. Böylesine fedaivari eylemler hele zindanlarda görülmeyen bir eylem biçimi idi. Dörtler`den sonra da bu büyüklük, kararlılık ve örgütlü eylemler olmadı. Olmamasını vurgularken asla olmamasına bir eleştiri değilidir, bu vurgu. Her dönemin kendisine özgü eylemleri olur, Dönemin koşullarının yarattığı eylemlerdir. Başka bir dönemde böyle eylemlere pek rastlanmayabilinir. Gerek eylemin planlı ve örgütlü yapılması ve gerekse birden fazla kişinin böyle bir eylemde yer alması eylemcilerin kararlılığını en üst biçimde ifade ediyor. Elbette bilinç ve önderlik düzeylerini de. Bu bağlamda üzerinde düşünülmesi ve sonuçlar çıklartılması gereken bir eylemdir.

Evet baharın sıcaklığı, canlılığı ve insana huzur veren coşkusu cezaevlerine, hele Diyarbakır zindanına hiç yansımazdı. Yazı cehennem sıcaklığindaydı. Kışı ise cehennem soğukluğundaydı. Baharı “ Araf” a benzerdi. Yani ne cehennem ve ne de cennetti. İkisi arası birşey. İnsanı yaşamağa bin pişman eden koşullarda onur savaşı veriyorduk. Hıçbir silahımız yoktu. Tek silahımız bedenimizdi ya da yaşamımızdı. Pek çoğumuz onurluca bir ölümü arıyorduk. Ama ölmek de istemiyorduk. Ölüme karşı her koşulda bir soğukluk olur. Bu cehennemde belki de tek “ kurtuluş” ölmekti ama yine de yaşama isteği ölüme galip geliyordu. Buna rağmen ölümü kıskanıyordum. Ölümle kucaklaşarak ölümsüzleşen yoldaşlarımı imreniyordum. Kendim ölüme gitmekten çok ölümün gelip beni bulmasını istedim. Dayanılmaz yaşam koşullarında ve olağanüstü işkencelerin akıla durgunluk veren ortamında yaşam kendi soluk borularını koşullara uygun üretiyordu. Onur veya insanlık mücadelesi, bu zalimca işkencelere karşı kendi yöntemlerini ve kahramanlarını yaratıyordu.

Artık nefes alamıyorduk. Kendimizi dipsiz bir kuyuda yaşama mücadelesi vermek zorunda bırakılanlar olarak görüyorduk.Ama daima aydınlığa ulaşmanın yollarını arıyorduk. Umudumuz hep canlı idi. . Nefes almak bile işkenceciye işkence yapmak için bir nedendi. Açlık, dayak ve akılla gelebilecek her türlü maddi ve manevi işkence yaşamımızın ayrılmaz bir parçası omuştu. Bu koşullara dayanamayan pekçok tutsak itrafçı olmaya başlamıştı. Yine baskı ve zorla birçok tutsağa pişmanlık dilekçesi imzalatırılyordu. Cezaevinde işkence ve ölüm korkusu egemen kılınmıştı. Inisiyatif tamamen İşkenceci Esat Oktay ve ekibindeydi. Yani inisiyatif tamamen işkencecilerdeydi. Genel anlamda moral üstünlük onlardaydı. Bu durumu tersine çevirmek gerekiyordu. Bu cehennemde nasıl kurtulacağımızın yol ve yöntemleri için; hala idealine bağlı ve onurunu korumaya çalışan her devrimci tutsak şöyle ya da böyle kafa yoruyordu. Tutsaklar arasında bireysel eylemler giderek yaygınlaşmaya başlamıştı.Canına kıyma eylemleri giderek artrmaya başladı. Bileklerini kesenler, kendilerini asanlar veya asma girişiminde bulunanlar... Kafasını duvara vuranlar... Zaten işkenceler sonucu onlarca arkadaşımız yaşamını yitirmişti. Bu eylemler sonucu da bazı arkadaşlarımız ölümsüzleşmeyi başarabilmişti.

Artık bu koşullara birilerinin dur diyecek eylem veya eylemlere girişmesi gerekiyordu. Bu bir varolma koşulu olarak kendisini yakıcı bir tarzda dayatıyordu. Cezaevinde bütün tutsaklar bu sürece dur diyecek bir eylem beklentisi içindeydiler. Bu öyle sıradan bir eylem olamazdı. Çünkü koşullar sıradan değildi. Zor bir süreçtı. Dışarda desteğimiz yoktu. Bütün demokratik ve insani sesler susturulmuştu. Cezaevinde olup bitene dünya kulağını tıkamıştı. Gerçi sesimizi dünyaya duyuyracak kimse de yoktu. Dünyadan yalıtılmış durumdaydık. Böyle bir koşulda ses getirecek ve işkencecileri durduracak bir eylem gerekiyordu. Ama tutsak kitlesinin örgütlenmesi dağıtılmış ve inisaytif işkencecilere geçmişti. Bu nedenle eylemler, bireysel bazda gelişiyordu. Tutsak kitlesi sindirilmişti. Önemli bir kesiminde artık umutsuzluk egemendi. Ve kesilmeyi bekleyen kurbanlıklar gibi boğazlanacağı günü bekliyordu. Herşeyin matlaştığı ve karanlığın egemen olduğu bir ortamda Mazlum`un eylemi bomba gibi patladı. 20 Martı 21 Marta bağlayan gece 35. Koğuşun ( Hücreler- Tecrıt bölümü) 4. Katının 9. Hücresinde Mazlum ölümsüzleşiyor. Bu eylem hepimizi derinden etkiledi ve düşündürdü. Herkes süreci yeniden değerlendirmeye başladı ve kendisiyle bir hesaplaşmaya yöneldi. Bu elbette tüm tutsaklar arasında tartılarak olmadı. Buna koşulda yoktu. Herkes kendi kendisiyle konuyu tartıştı. Ve ancak yanında bulunan ve çok güvendiği insanla bunu paylaşabildi. Bu eylem sadece tutsaklar arasında bir şok ve bomba etkisi yaratmadı. İşkencecileri de çok etkiledi ve düşündürdü. 35. Koğuşta işkenceciler görece olarak belli bir “esnekliğe” yöneldiler. Mesela eylemden önce günde dört kez sıra dayağı ve falakadan tutsakları geçirirken, eylemden sonra birkaç günde bir keze indirdiler. Yemekler az da olsa verilmeye başlandı. İşkenceciler de fark ettiler ; bunun arkası gelecek! ... Bunu önlemek için böyle bir taktik izlemeye başladılar.


Mazlum`un eylemi koğuşlarda çok daha büyük bir etki yapmıştı. Koğuşların pek çoğunda moral kalmamştı. İnsanlar şaşkın ve çaresizdi. Bu eylem onlara güç ve moral verdi. Onları kendilerine getirdi. Ancak böyle bir şok onları yeniden kendilerine getirebilirdi. Mazlum`un eylemi bunu gerçekleştirebildi. Eylemin anlam ve büyüklüğü de kendi dönemine karşılık verebilmesinden geliyor. Koğuşlarda Mazlum`un eylemi, koğuşlara ; Mazlum`un kendisini yaktığı şeklinde yansımıştı. Newroz ateşle özdeşleşmiş bir efsane. Mazlum ve Newroz ! Bu eylem ancak ateşle olur diye düşünülmüş. Hatta şiirler bile yazılmış ve türküler bestelenmişti. Bunu bu şekilde düşünmek ve hayal etmek çok normal bir olay. Dörtler, Mazlum`un eylemini duyduktan sonra hazırlıklara başlıyorlar.

Dörtler, Mazlum`un izinde gideceklerdi ve onun gibi meşale olacaklardı. Öyle de oldu. Mazlum hangi yöntem ve araçla eylemi gerçekleştirmiş olursa olsun kesinlikle eylemin önemine gölge düşürmez. . Ama Newroz-Mazlum biraraya gelince herkesin aklına ilk gelen Ateş olmuştu. Bu da ayrı bir durum ve mevzu elbette. Daha Dörtler`in eylemi olmamıştı. Ana Dava`dan yargılanıyordum ama bazen Ergani ve Çermik PKK davalarına da götürülüyordum. Yine bir mahkemem vardı. Gidiş ve gelişte Necmi Öner ile aynı karyerde yolculuk yaptık. Necmi`yi cezaevine girmeden önce de tanıyordum. O zaman ve yakalandığı güne kadar PKK Çermik Geçici Yerel Komite`de gençlik sorumlusuydu. Atak, çalışkan ve üretici bir arkadaştı. Karyerde hemen yanyana oturduk. Hal-hatırdan sonra, konu 35.Koğuş ve Mazlum`a geldi. 35. Koğuşun diğer koğuşlar nezdinde önemli bir yeri ve saygınlığı vardı. Çünkü 35. Koğuşta PKK`nin önderleri ve kadroları bulunuyordu ve en son “kurallara uyanlar” oradaydı. Çok az PKK kadrosu normal koğuşlarda kalıyordu. Siyasi savunma yapanların neredeyse tamamı 35. Koğuştaydı. 1983`ün Martı`na kadar bu böyle idi.

Necmi hemen sordu” Mazlum abi kendini yaktı mı?” Ben de, “hayır” dedim. “ Mazlum kendini asarak yaşamına son verdi.” Hiç duraksamadan ” bunu koğuştakiler duymasın “ dedi. Ve biraz sohbet olanağı bulduk. Bunu neden mi anlatıyorum? Bunu şunun için anlatıyorum ; Ferhat, Necmi ve arkadaşları, sanırım Mazlum`un kendini asarak eylemi gerçekleştirdiğini duymuşlardı. Ama ilk duydukları yakma olayının eylemle özdeşleştiğini düşünerek; eylemin yakma biçiminde gerçekleştirildiğinin bilinmesini istiyorlardı. Dörtler kararını vermişti; kendilerini yakarak ölümsüzleşeceklerdi. Bir daha Necmi ile karşılaşamadık. Ferhat`ı da yakından tanıma olanağı bulmuştum. 1979`un yazında onunla karşılaşmıştım. O sıralar, Ferhat benim çalıştığim bölgeyi de içine alan Eyalet Komitesi`ndeydi. Yeni örgütlenme şemasına göre görevlendirmeler yapmaya gelmışti. Daha sonraları da görev gereği birçok kez biraraya geldik. Güleryüzü ve hoş sobet bir insandı. Bölgesinde çok sevilirdi. Melek Ferhat diyorlarmış. Ferhat bu lakabı haketmiş ender devrimcilerden biriydi. Eşref ve Mahmut`u yakında tanıma olanağım olmadı. Mahmut ile karşılamıştık ama öylesine bir karşılaşma. Yani birbirimizi yakında tanıma fırsatı olmadı. Eşref ile ha keza...

1982`nin Mayıs ayınin sonlarında, 35. Koğuş`a; koğuşlardan kalabalık bir grup tutsak getirildi. Yanılmıyorsam gelenleri; 1. ve 2. kattaki hücrelere dağıttilar. Benim kaldığım hücreye iki tutsak verdiler. Ben 1. kat 8.hücrede kalıyordum. Biz zaten beş metre karelik yerde altı kişi kalıyorduk: Ben, Ali Yaver Kaya, Yılmaz Dağlım, Faruk Altun, H. Hüseyin Karakuş ve Rıza Altun. Gelenlerden biri Mardinli bir gençti. Adını şu an anımsamıyorum. Diğeri Salih Kızilkaya adında orta yaşlı bir amca idi. Urfa / Suruç ilçesinin köylerinden bir yurtseverdi. Bu arkadaşlar iki gün bize sırlarını açmadılar. Çünkü bizi tanımıyorlardı ve eylemden sonra ağır işkence ve yoğun baskı görmüşlerdi. Günlerce ac ve susuz ; üzerlerine su dökülmüş ıslak zeminde günlerce bekletilmişlerdi ayrıca.Epey korkutulmuşlardı. Tabiri caizse ölümden dönmüşlerdi. Kendimizi tanıtınca biraz cesaretlendiler ama bir kuşku ve korku vardı. Bu da normaldı. At izi ile it izi birbirine karışmıştı. Dün kahraman olan hain olabiliyordu. Sonunda korkuyu yendiler ve bize güvenmeye başladılar. İçimizde en en çok tanınan Rıza Altun`du. Onlar da sırlarını önce ona açtılar. O da bize durumu anlattı. Böylece Dörtler`in eylemini öğrenme olanağını buluyorduk.
Olay hem bizi üzmüştü ve hem de derin derin düşünmemize yolaçmıştı.

Dörtler`in eylemi Mazlum`un eyleminden sonra; tutsaklar için yeni bir direnişe doğru önemli bir köşetaşı oldu. İçinde bulunduğumuz koşulları aşmada önemli bir motivasyon oldu. Böylece adım adım 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucuna giden yol oluştu. Bu eylemler, içeride teslimiyet ve ihaneti dayatan uygulamaları boşa çıkarttı. Teslimiyet zincirlerini kırmada tutsaklara moral ve güç verdi. Tutsaklara ne yapabileceğini gösterdi; önderlik etti. Onurlu bir yaşama giden yolun direnişten geçtiğini kanıtladı. Onurluca bir yaşamın nasıl idame ettirilebileceğinin çağrısıydı bu eylemler. Içeride kendi külümüzden yeniden kendimizi yaratmanın araçları ve üretimiydi bu eylemler. Elbette eylemlerin etkisi içeriyle sınırlı kalmadı. Dışarıya taşıdı. Bir halkın kendini yeniden yaratmasına kaynaklık etti. Nice görkemli eyleme ve kahramana esin ve moral kaynağı oldu. Ve olmaya devam ediyor.

Ha bu arada yazıyı sonlamadan bir noktaya değinmek istiyorum. Dörtler, eylem kararlarını çok güvendikleri birkaç arkadaşla paylaşmışlardı. Bunların başında Adnan Yılmaz geliyor. Adnan Yılmaz, yani futbolcu Adnan`in bu eylemde başından beri haberi vardı. Planlamasında onlara destek olmuş ve Dörtler`in mesajını yoldaşlarına ve halkına iletmede yardımcı olmuştu.. Dörtleri`in mesajını mahkemede okuyarak ve tutanaklara geçmesini sağlayarak ; Adnan, Dörtlerìn sesi ve dili oldu. Adnan tahliye olduktan sonra gerilaya katılıyor ve ölümsüzleşiyor.

Yazıyı sonlarken, Dörtler`in şahsında Mayıs şehitleri ve dünya devrim şehitleri önünde saygı ile eğiliyorum.Anıları onurumuzdur!...

19.05.2008


Hamit Baldemir


kokim@live.de

Hiç yorum yok: