15 Haziran 2008 Pazar

hala futbol güzellemesi mi? Temel DEMİRER


Temel DEMİRER
Hâlâ "futbol" güzellemesi mi?! / Temel DEMİRER
Administrator tarafından yazıldı
Salı, 10 Haziran 2008 21:17
"Futbol olmasaydı,

Portekiz'i yönetemezdim."[1]

"Futbol"...

Büyük bir çoğunluğun hayatındaki, "masum" ve "olağan"mış gibi sunulsa da, "sadece futbol" olmayan, olması da mümkün olmayan şey...

"İyi de, o ne" mi?

Nereden yanıtladığınıza bağlı...

Örneğin Celâl Üster gibi, "Futbolun, daha doğrusu ‘top oyunu'nun, beş bin yıl önceye giden kökenleri"nden de söz edebilirsiniz; veya Haluk Sunat gibi, "Futbol bir oyundur. Hayat da. Futbol sadece futbol değildir, artanı hayata dahildir. Herkes hayatını ve futbolu kendi meşrebine göre yaşar," da diyebilirsiniz!

Veya hem "sosyalist" ve hem de fanatik bir FB'li, GS'li, BJK'lı, TS'li, Ankaragüçlü, Gençlerli olup, futbola "güzellemeler" de düzebilirsiniz...

Onlar bir yana; ben kendi hesabıma hâlâ (çok "dinozor" bulunsa da) futbolun kesinlikle masum bir oyun olmadığını düşünüyorum!

Popüler kültür içerisinde yer edinen üç temel alandan (medya-spor-müzik) biri olan spor/futbol, özellikle XX. yüzyıldan itibaren toplumsal yapı üzerindeki belirleyiciliği ile toplumbilimcileri düşündüren bir sorunsal olagelmiştir. Toplum düzenine ilişkin yansımalar alanı olarak görülmesi sporu, özelde ise futbolu kültürel etkinlikler içerisinde ele almayı zorunlu kılmaktadır. Sıradan bir eğlence ve oyun etkinliği çerçevesinde algılanan spora/futbola aslında siyasi, ekonomik ve sosyal boyutları da içeren daha geniş bir perspektiften bakmak gerekmektedir. Buna göre futbolun, boş vakit aktivitelerinin ve beden-ruh terbiyesinin ötesindeki analizleri ve de tartışmaları zorunlu kılan bir süreci içerdiği söylenebilir. Diyalektik çözümlemelerin odağında değerlendirildiğinde spor/futbol; kapitalist yapılanmanın ve sosyal sınıflar arasındaki kaçınılmaz çelişkilerin belirlediği ideolojik, politik ve kültürel mücadeleler alanı içinde yer edinmektedir. Öyle ki, kapitalizmin reklam ve yönlendirme aracı hâline getirilen sporun/futbolun, endüstriyel alana dönüştürülmesiyle son derece etkili bir sömürü kanalına dönüştürüldüğü görülmektedir. Ayrıca kapitalist hegemonyanın sürekli kılınması bağlamında, toplumu yönlendirmeye dönük mesajlarıyla, ideolojik ve kültürel araç işlevini de yüklenmiş bulunmaktadır. Bu açıdan birey/toplum: kapitalizmin yarattığı beğenileri, mutluluk formlarını, dünya görüşünü, dolayısıyla değerler sistemini kabullenmekte ve kendi sosyal gerçekliklerinin dışında yaratılan, yabancılaşmanın hâkim olduğu bir yaşam alanına hapsedilmektedir.[2]



FUTBOLUN "NE"Sİ?

Bilmeyen var mı? Varsa sıralayarak nakledelim:

Mustafa Sönmez'in işaret ettiği üzere, "Geçmişin toprak sahalarında, kent, mahalle takımları ile amatör bir ruhla oynanan, giderek ‘manüfaktür' dönemini, takiben de endüstriyel-global dönemini yaşayan futbol, artık kapitalistik bir eğlence sektörü ve milyarlarca dolarlık katma değerin yaratılıp paylaşıldığı ekonomik bir sektör. (...) Futbol, endüstriyel bir ürün olarak, her yıl da biraz daha global ölçekte üretilen bir meta..."

Veya Erinç Yeldan'ın ifadesiyle, "Futbol artık "endüstriyel" bir piyasa yatırımına dönüştü..."

Ya da Erdal Atabek'in belirttiği gibi, "Futbol, bir yeni dindir. Onun büyük ve ateşli ayinleri yapılmaktadır. O kendi tanrılarını yaratmaktadır. Futbolcular ve teknik direktörler. Bu yeni dinin tapınakları stadyumlardır. Milyonlarca ateşli mürit mezheplere (ayrılmış) tutkun taraftarlardır. Her hafta kendi ayinlerini yaparlar. Her hafta yeni kurbanlarını kendi sunaklarında keserek rahatlarlar..."



Bir "oyun" olmaktan çık(artıl)mış futbol; ‘insan' öğesini farklı açılardan bünyesinde barındıran bir spor dalıdır. Yarattığı global ekonomik pazarla geniş halk kitlelerini peşinden koşturan, toplumların ve ülkelerin sosyo-ekonomik geleceklerinde etkileyici rol oynayan, yine toplumların olumlu ya da olumsuz kitle psikolojilerine yön veren futbol, hayatımızın ayrılmaz bir parçasıdır. Günümüzde futbolun bu derece popüler hâle gelmesinin önemli bir sebebi de, profesyonelliktir. Futbolun, çok büyük miktarlarda para getirdiğini gören gençlerin çoğu; bu sporu yalnız zevk için değil, aynı zamanda meslek olarak da seçmektedirler.

Yine futbolun sosyolojik, kültürel, ekonomik, hukuki ve siyasal yönlerini göz ardı etmek mümkün değildir. Sosyolojik açıdan futbol, günümüzün toplumsal kurumlarından biridir ve tüm ülkelerde sınıf farkı gözetilmeksizin oynanmaktadır. Kültürel açıdan bakıldığında dil, cinsiyet, etnik köken ayrımı yapılmaksızın; gerek tribünlerde gerekse ekran karşısında dünyanın her bir köşesindeki milyonlarca insanı aynı anda bir araya getiren başka bir organizasyon yoktur. Ekonomik yönden futbol, yılda yalnızca tek bir ülkede milyarlarca dolar ciro yapabilen sanayileşmiş bir sektördür. Siyasal bakımdan futbol, günümüz dünyasında devletlerin uluslararası ilişkilerde çözümleyemediği, askeri ve diplomatik mücadelelerin bir başka alanda aynen sürdürülmesine ya da çözümlenmesine yarayan bir araç olarak değerlendirilmektedir. Futbol bu niteliğiyle sadece uluslararası alanda değil, iç politik gelişmelerde de temel bir işlev görmektedir. Portekiz'de XX. yüzyılın en uzun diktatörlüklerinden birini kurmuş olan Salazar'ın bu uzun diktatörlük sürecinin gerekçesini "Fiesta, Fado ve Futbol"dan oluşan 3F formülüne bağlaması bir rastlantı değildir.

Futbol, ülkeler için günümüzde etkili bir propaganda aracı olarak da kullanılabilmektedir. Sonuçta spor ve özellikle en popüler spor dalı olan futbol, milliyetçi duyguların güçlenmesine neden olmaktadır. Yine milli maçlarda ve gerilim düzeyi yüksek önemli maçlarda saldırgan-şövenist tutumlar kendini göstermektedir. Ülkemize bakıldığında da, Türk milliyetçiliğinin futbol sahalarında ortaya çıkan en belirgin yanı, Avrupa-Batı kompleksidir. Mevcut ikilemde bir yandan Avrupa ülkelerine ve takımlarına imrenme, kıskanma, onlar gibi olma isteği, diğer yanda Batı'yı düşman gibi görme, intikam alma, kendi gücünü kabul ettirme isteği vardır.

EVET SÖZÜ EDİLEN BİR "ENDÜSTRİ"DİR!

Hayır! Kesinlikle "başka bir futbol" mümkün değildir artık!

Çünkü Korkmaz İlkorur'un da itirafındaki üzere, "Futbol bütün dünyada artık çok büyük ve diğer sektörler ile geniş bağlantı içinde olan bir endüstri hâline gelmiştir. Yani, artık yalnızca bir spor olayı değildir. Ekonomik bir olaydır; bir ‘iş'tir. Türkiye de bu gelişmeden payını ciddi bir şekilde almaktadır."

"Giderek çokuluslu şirketlere, işverenlere, sponsorlara, medyaya, eğlenceye, turizme bağımlılaşan bir futbol izliyoruz";[3] ve artık verili koşullar içinde farklısı da mümkün ve muhtemel değildir!

Kolay mı? Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu, "Spor bir oyun ancak bunun yanında artık bir endüstri oldu," diyor.

Spor ekonomisinin büyümesi için gerekli çalışmaları yaptıklarını, sponsorluk yasalarını çıkarttıklarını söyleyen Başesgioğlu, Turkcell Süper Lig'in en çok gelir getiren 7. lig olduğunu kaydediyor.

Ve dünya futbol ekonomisinin duayen ismi stratejist Colin Smith de ekliyor: "Krizler anında giyime daha az para harcayabilirsiniz, ama maçları seyretmek zorundasınız. Futbol ayakta kalır. Durgunluk tanımaz"!

Evet artık istemeseniz de "futbol deyince..." kapitalist piyasanın bir "endüstri"sinden söz etmiş oluyorsunuz...

"PİYASA DEĞERİ"

Evet futbol, kapitalist piyasanın bir "endüstri"sidir ve onu niteliklerini belirleyen bir "değeri" vardır!

º Avrupa futbol liglerinin 2005-2006 sezonundaki toplam kazancı 12.6 milyar Avro'ya çıktı...

º 2006 Dünya Kupası'na katılan ülkelerin milli gelirlerinde 20 milyar dolarlık bir artış oldu. Kupaya ev sahipliği yapan Almanya 5-10 milyar Euro kazandı...

º Avrupa ekonomisinde 1.4 milyar Euro'luk değer yaratacak olan Euro 2008'de, Türkiye'nin 1 maçının katkısı 42 milyon Euro olacak. MasterCard'ın yaptırdığı araştırmaya göre, Türk Milli Takımı'nın oynayacağı 1 maç Avrupa ekonomisine 42 milyon Euro'luk değer yaratacak. 7 Haziran tarihinde ilk maçına çıkacak olan Türkiye ise 8 günde oynayacağı 3 maçla Avrupa'ya toplam 126 milyon Euro'luk değer katacak.

º 2007 yılı başında, Real Madrid'in İngiliz futbolcusu David Beckham, yıllık toplam 52 milyon dolar tutan transfer ücretiyle Amerika'nın Los Angeles Galaxy takımına transfer oldu. Söz konusu rakam Beckham için haftada bir milyon dolar gelir anlamına gelmekte. İngiltere ise bu yakışıklı yıldız oyuncusunun kimliğinde, dünya futbol ve şov piyasasına önemli bir ihraç "malını" daha sunmuş oluyor...



2007-2008 ŞAMPİYONLAR LİGİ TAKIMLARININ KADRO DEĞERLERİ (Milyon Euro)[4]

SIRA
TAKIM
DEĞER
SIRA
TAKIM
DEĞER

1
BARCELONA
444
10
SEVILLA
188

2
CHELSEA
399
11
O. LYON
182

3
REAL MADRID
387
12
PORTO
122

4
M. UNITED
327
13
SHALKE
112

5
AC MILAN
308
14
FENERBAHÇE
90

6
INTER MILAN
249
15
CELTIC
70

7
LIVERPOOL
281
16
OLYMPIAKOS
64

8
AS ROMA
218
218
TOPLAM
3.735

9
ARSENAL
249
249
TAKIM ORTALAMASI
233






º 2007-2008 sezonu Şampiyonlar Ligi'nde gruplarından çıkan 16 takımın toplam futbolcu değeri 3 milyar 735 milyon Euro olarak hesaplandı. 16 takımın en pahalı futbolcu kadrosuna toplam 444 milyon Euro ile Barcelona, en ucuz kadrosuna ise toplam 64 milyon Euro ile Olympiakos sahip. Fenerbahçe, 90 milyon Euro'luk kadro değeri ile 16 takım içinde 14'üncü sırada yer aldı.

Şampiyonlar Ligi'nde gruplarına kalan Barcelona, Chelsea, Real Madrid, Manchester United, AC Milan, Inter Milan takımları ilk 6 sırada yer aldı. 6 takımın toplam kadro değeri Şampiyonlar Lig'ine katılan tüm 32 takımın toplam değerinin yüzde 42 sini oluşturdu...

º Deloitte Spor Endüstrisi Grubu tarafından hazırlanan Yıllık Futbol Finansmanı Araştırması raporuna göre, 2006-07 sezonu sonunda Avrupa futbol pazarı 1 milyar avro artışla 13.6 milyara Euro'ya yükseldi. Bu rakamın 7 milyar Euro'su İngiltere, Almanya, İspanya, İtalya ve Fransa liglerinin gelirleri toplamına ait.

İngiliz Premier Ligi, 2.3 milyar Euro toplam gelirle bu dev pastadan aslan payını alan lig konumunda. Ardından 1.4 milyar Avro ile Alman Bundesliga geliyor.



Transfer ücretlerinin toplam gelire oranı 2006-07 sezonunda Bundesliga dışında Avrupa'nın en büyük beş liginde yüzde 62-yüzde 64 oranlarında seyrediyor. Bundesliga ise yüzde 45'lik bir oran tutturmuş durumda. Ayrıca Alman takımları, İngiliz takımlarından üç kat daha fazla olan yüzde 18'lik bir kârlılık oranına sahip. Bu da Bundesliga'nın işletme kârı en yüksek lig olduğu anlamına geliyor.



KULÜPLERİN GELİR VE KAYNAKLARI (Milyon Euro)[5]

GELİR SIRALAMASI
YAYIN GELİRİ SIRALAMASI
ÜRÜN SATIŞI SIRALAMASI
GİŞE HASILATI SIRALAMASI
LİGLERİN DEĞERİ

KULÜP
GELİR
KULÜP
GELİR
KULÜP
GELİR
KULÜP
GELİR
KULÜP
GELİR

R. MADRID
292.2
R. MADRID
89.2
R. MADRID
125.6
R. MADRID
75.2
İNGİLTERE
2.763

BARCELONA
259.1
BARCELONA
94.1
BARCELONA
88.4
BARCELONA
76.6
İSPANYA
2.475

M. UNITED
242.6
M. UNITED
65.9
M. UNITED
73.6
M. UNITED
103.1
İTALYA
2.021

MILAN
238.7
MILAN
154.3
MILAN
53.6
MILAN
30.8
TÜRKİYE
672

CHELSEA
221.0
CHELSEA
76.1
CHELSEA
61.5
CHELSEA
83.4
PORTEKİZ
510

INTER
206.6
SEVILLA
50
F. BAHÇE
31.2
SEVILLA
40



PORTO
125.0
PORTO
12-18
SEVILLA
?
F. BAHÇE
30



SEVILLA
115.0
F. BAHÇE
11
PORTO
?
PORTO
9



F. BAHÇE
111.0














º Televizyon, yıllık cirosu yaklaşık 200 milyar dolara dayanan futbolun endüstrileşmesini sağlayan ve bu endüstrinin kendini yeniden üretmesini sağlayan en önemli araç konumunda. Futbol endüstrileştikten sonra bütün dünya liglerinde şampiyon olan takım sayısı azaldı ve ligler aynı kulüplerin aralarında çekiştikleri, diğerlerinin figüran rolünü üstlendiği birer Hollywood filmine dönüştü...

º Uluslararası danışmanlık şirketi Deloitte'un Spor Sektörü Grubu'nun her yıl gerçekleştirdiği ‘Futbol Para Ligi' araştırmasına göre, dünyanın en büyük 20 kulübünün elde ettiği toplam gelir 2007 yılına göre 2008'de yüzde 11 oranında artarak 3 milyar 700 milyon Euro'ya ulaştı.

Real Madrid ise 351 milyon Euro ile yine dünyanın en çok kazanan futbol kulübü oldu. 2006-2007 sezonu finansal verilerine dayanarak hazırlanan ‘Deloitte Futbol Para Ligi' araştırmasına göre, Fenerbahçe 87 milyon 20 bin Euro'luk gelirle önümüzdeki yıllarda dünyanın en çok kazanan futbol kulüpleri arasına girmeye aday oldu...

º Avrupa'da, İngiltere'nin de yer aldığı en büyük beş ligde kulüp gelirleri toplam 6.7 milyar avroyu buldu.

Avrupa'da ‘futbol' gelirleri yüzde 9 arttı.

Deloitte'nin Avrupa liglerinin futbol kulüplerinin finansal verilerini inceleyerek hazırladığı yıllık futbol finansmanı araştırmasına ilişkin raporunda, 2006 yılında olduğu gibi 2007'de de en yüksek kazancı 2 milyar avro ile İngiltere Premier Ligi kulüplerinin elde ettiği belirtildi. İtalya Serie A ligi kulüplerinin gelirinin 1.4 milyar avro düzeyinde kaldığının belirtildiği raporda, bunu 1.2 milyar avro ile Alman Bundesliga ve 1.2 milyar avro ile İspanyol Primera Division'un, 900 milyon avro ile de Fransız Ligue 1 kulüplerinin izlediği aktarıldı...

º Futbol endüstrisinden yılda 1 milyar Euro'luk gelir sağlayan UEFA'nın sponsorluk ve yayın haklarıyla birlikte bütçesinin her geçen yıl arttığını söyleyen Asbaşkan Şenes Erzik, UEFA'nın futboldaki gelirlerini ve dünya futbolunun nasıl dev bir endüstri hâline geldiğini anlattı. Sadece Şampiyonlar Ligi'nden geçen yıl 750 milyon Euro gelir sağlayan UEFA, bu paranın yüzde 82'sini kulüplere ve federasyonlara dağıttı. Geri kalan yüzde 18'ini ise kendi organizasyonları ve kurumun diğer giderlerine harcadığından söz etti...

Ve nihayet Türkiye...

º Türkiye Süper Ligi'nde ilk 6'ya giren takımlar da ayrıca ödül alıyor. Buna göre şampiyon olan takıma 3.5 milyon dolar, ikinciye 2.8 milyon dolar, üçüncüye 2.1 milyon dolar veriliyor. Ligi dördüncü bitiren kulüp 1.4 milyon dolar, beşinci bitiren takım 1.1 milyon dolar kazanıyor. Altıncı sıradaki kulübü ise 700 bin dolar ödül veriliyor...

º Sarı lacivertli takımın 2007 yılı sonu toplam gelirleri 111 milyon Euro'ya ulaştı. Bu rakamın 11 milyon dolarını Süper Lig yayın gelirleri oluşturuyor.

F.Bahçe'nin Fenerium aracılığıyla ulaştığı ticari gelirler 31 milyon Euro'yu geçerken, Şükrü Saraçoğlu'ndan elde ettiği stat, yani maç günü gelirleri 30 milyon Euro'ya yaklaştı. Futbolcu, takım ve liglerin değerlerinin yansıtıldığı Transfermarkt adlı internet sitesine göre F.Bahçeli futbolcuların toplam değeri 89 milyon 650 bin Euro. Yaş ortalaması 26 olan Fenerbahçeli oyuncuların ortalama değeri ise 3 milyon 320 bin Euro...

º Forbes Amerika Dergisi, en çok gelir elde edilen 30 futbol kulübü arasında yaptığı değerlendirmede, Fenerbahçe'yi 27. sırada gösterdi...

º Fatih Terim ayda 135 bin YTL (135 milyar TL) maaş alıyor!



DEVAMLA: EKONOMİSİ...



‘Futbol Ekonomisi' ve ‘Endüstriyel Futbol' başlıklı iki kitabı bulunan Tuğrul Akşar'a göre, futbol ekonomisinde önemli ölçüde bilet satışlarından oluşan maç gelirleri, doğrudan futbolla ilgili olan tek kalem. Ancak, bunun Türkiye'de büyük kulüplerinin toplam gelirlerinin içindeki payı yalnızca yüzde 30. Naklen yayın, en önemli gelir kalemlerinden birisi, ağırlığı büyük kulüplerin bütçelerinde yüzde 55-60'a kadar ulaşıyor. Kulüpler, ayrıca sponsor firmalardan ve logolu ürün satışlarından da gelir elde ediyor.



Akşar'ın hesaplamalarına göre, Türkiye'de futbol kulüplerin gelirleri toplam 500 - 600 milyon dolar, toplam futbol ekonomisi ise 5 milyar dolar. Kulüp gelirlerinin içinde ‘maç günü gelirleri' futbol ekonomisinin yüzde 3'ünü oluşturuyor.



Dünyada kulüp gelirleri, 13 milyar doları Avrupa'dan olmak üzere, 22 milyar dolar. Dünyada toplam 200 milyar dolarlık futbol ekonomisi var. Bu rakam Türkiye'nin milli hasılasının yaklaşık yarısına denk geliyor.



Tuğrul Akşar'ın hesaplamalarına göre futbol, kendisi için bir birim gelir yaratırken, diğer sektörlere dokuz birim para akmasını sağlıyor. Akşar'ın sıraladığı birkaç çarpıcı örnek: 2002 yılındaki Dünya Kupası'na Türkiye'den Kore ve Japonya'ya 2 bin 500 kişi gitti.



Türkiye'nin bu kupada yarı finale çıkması, bayrak ve forma satışlarını patlattı, tekstil sektörü bir ayda ek 50 milyon dolar gelir elde etti. Maç arası reklam yayınlarından medya şirketlerinin elde ettiği gelir, saniye başına 14 kat arttı.



Türkiye'nin katılamadığı 2006 Dünya Kupası sırasında ise LCD, plazma TV ve uydu anten satışı 190 milyon dolar arttı.



Almanya'da yapılan 2006 Dünya Kupası, Türkiye turizmini sekteye uğrattı. Bunun üzerine Türk turizm şirketleri, Alman kadınlarına yönelik "Kocanı bırak da gel" kampanyaları düzenlediler.



Evet Dünya Kupası'na 1.7 milyar Euro'nun üzerinde harcama yaparak hazırlanan Almanya, bu organizasyondan en kârlı çıkan ülke oldu. Kupanın galibi İtalya'nın 2006'da yüzde 7 büyüyeceği hesaplanırken, kupanın üçüncüsü ev sahibi Almanya'nın 25 milyar Euro kazanacağı tahmin ediliyor. İtalya'nın sponsoru Puma ve futbol toplarının resmi üretici Adidas kupadan en çok kazanan firma olarak çıktı.



Bu madalyonun bir yüzü; ötekine gelince iki örnek vermek yeter de artar bile!



Birincisi Işıl Özgentürk'ten bir haber: "Haziran 2006 düzenlenen Dünya Kupası için ezici çoğunluğu erkek olan 3.5 milyon taraftarın Almanya'ya gelmesi beklenirken; Almanya'ya 40 bin civarında seks işçisi kadını getiriliyordu... Bu da normal! Ama kara haber şu: Bu seks işçisi kadınların büyük bir kısmının insan kaçakçıları tarafından fuhuşa zorlanan kadınlar olacağı tahmin ediliyormuş.



Fuhuşun serbest olduğu Almanya'da, bu sektörün yıllık cirosu 1.6 milyar dolarmış ve şimdi bu sektörün patronları, ellerini ovuşturarak taraftarların ülkeye girecekleri anı heyecanla bekliyorlarmış..."[6]



İkincisi de yine bir haber: Dünya Kupası, Adidas'ın yüzünü güldürdü. Ünlü Alman spor giyim firması kupa sayesinde 15 milyon adet "Dünya Kupası 2006" topu sattı... Satmasına "ama"... Evet bunun bir "Ama"sı var; o da şu:



18.'si düzenlenen Dünya Kupası büyük başarılarla bitti. Şampiyon İtalya olmasına karşı, en kazançlı ülke Almanya oldu. Ev sahipliği yapan Almanya'nın 25 milyar dolara varan bir ekonomik kazancının söz konusu olduğu ve Almanya 2006 organizasyon komitesinin muhteşem bir yönetim becerisi göstererek turnuvanın bir "karnaval" havasında geçmesini sağladığı ifade ediliyor. Ekonomik yarar ve başarılı organizasyonun getirdiği büyük gururun yanında, toplumda "bayrak" ve "vatan sevgisi" de, dünya savaşlarından bu yana görülmedik boyutlara erişerek, turnuva sonrasına damgasını vurmuş görünüyor. Bu muhteşem ve bir ay süren "spor karnavalına" aktif olarak katılan değişik ülkelerden gelen seyirci ve ziyaretçi milyonların yanında, üç milyar kişinin televizyonlar aracılığıyla maçları izlediği tahmin ediliyor. Öyle bir organizasyon ki, kazanmayanı ve mutlu olmayanı yok. Turizmcisi, reklamcısı, dünyaca ünlü spor malzemeleri üreticileri ve satıcıları, hediyelik eşya mağazaları, bira ve alkollü içecek şirketleri ve hatta maç biletlerini ellerinde bulunduran karaborsacılara kadar herkes önemli boyutta kazançlı çıkmış.



Ancak dünyanın bu eğlence ve karnavalı deneyimini yaşayan mutlu insanlarının yanında, henüz çocukluklarını yaşamamış, eğlencenin ne olduğunu bilmeyen, hatta futbol maçı bile görmemiş yaşları 5 ile 15 arasında değişen, yaşından büyük sorumlulukları üstlenmiş çocukların farkına bile varılmıyor. Pakistan'ın kuzeyinde bir yerde bulunan ve küçük bir yerleşim yeri olan Sialkot, başta futbol topu olmak üzere spor malzemeleri konusunda bilinen, önemli bir merkez hâline gelmiş durumda. 2006 Dünya Kupası için bedeli 200 milyon doları geçen bir futbol topu ihtiyacının siparişini gerçekleştirdi Sialkot. Sadece bu kent, dünya futbol topu üretiminin yüzde 85'ini yapıyor ve Pakistan'ın ulusal gelirine yılda ortalama 500 milyon dolarlık katkı sağlıyor. Tarihi gelişimine bakılınca, Sialkot futbol topu üretiminin yüzyıllık bir geçmişi ve deneyimi olduğu söylenebilir!



TOPLUMSAL İŞLEVİ



Piyasa "değeri" ve "ekonomi"si yanında futbolun bir "oyun" olmaktan öteye "illüzyon" olarak, devletin ideolojik aygıtları düzleminde irdelenmesi gereken önemli bir toplumsal işlevi söz konusudur...



"Çarşı Grubu" liderlerinden Alen Markaryan'ın, "Futbol endüstriyel arenada boy gösterdikçe ve kapitalist sistemin hegemonyasına girdikçe siyasi platformun iştahını kabartıyor," diye betimlediği olgu hakkında Hakan Keysan da şunların altını çiziyor:



"İktidarların futbola yaklaşma nedeni, futbol büyüsünün altında dönen sıcak para hareketidir. Hem bu sektörde egemen olmak, hem de futbolu siyasal bir varoluş aracı olarak kullanmaktır temel amaç. Bu tüm uluslarda böyle olmuştur. Futbol, zaman zaman temel bir hareket alanı olmuş, zaman zaman da biraz kıyısından siyasete giren tali bir yönlendirme aygıtı olarak yine de her zaman kullanılmıştır."[7]



"Yoksullaştıkça seyircileştirilen kent insanları da futbol aracılığıyla toplumsal yaşama katılma çabası içine giriyor."[8]



"Futbol bir eğlence oyunudur özünde. Bu eğlenceden öncelikle oynayanlar yararlanır. Futbol seyrinin de eğlenceyle yakın bağı olmuştur günümüzde. Kitleler statlardan ve televizyonlardan büyük coşkular yaşar. Birçok insanın ilgisini çeken bu durum, futbolun büyüsü olarak tanımlanır. Elbette futbol büyülüdür, ama durum ve koşullara göre...



Ülkelerin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal durum bu eğlencenin biçimini belirlemektedir. Yaşam kültürü açısından geri kalmış bir topluma sahip olan ülkemizde futbolumuz da bundan direkt etkilenmekte, acı ve üzüntü üreten eylemlerin aracı hâline getirilebilmektedir. Futbolun eğlence biçimi olarak uygulanmasından ziyade şiddet biçimi olarak yaşanmasının temelinde bu durum vardır. Bu oyunu kültürel bütünlüğünden koparıp sadece duygularıyla anlamlandırmaya çalışan toplumlar, futbol üzerinden yaşadıklarını, hissettiklerini abartabilmektedir. (...)



Oyundur özünde futbol. Eğlencenin kitlesel boyutta yaşanmasıdır. Savaş koşullarında bile toplumsal bir aspirindir bu oyun."[9]



Toparlarsak: Kapitalist sistemde burjuvazi bir yandan işçi sınıfını her gün sömürebildiği kadar sömürürken, diğer yandan ertesi gün sömürüyü nasıl arttırabileceğini, yani nasıl daha fazla kâr elde edebileceğini hesap etmeyi de ihmal etmez. Kapitalizm özü itibariyle kâra dayalı bir sistemdir ve kapitalistlerin bu düzen içerisinde gerçekleştirdikleri her faaliyetin temel amaç ve nedeni kâr etmektir. Bu sanatta da böyledir, sporda da, bilimde de! Kapitalistler gölgesini satamadıkları ağacı bile keserler! Kapitalizmde bilim daha fazla kâr elde edebilmek; spor şovenizm ve pasifizm yaratmak; sanat ise kitlelerin bilincini burjuva ideolojisiyle bulandırmak için kullanılır.



Bedensel bir faaliyet olan spor, kapitalist toplumda bambaşka amaçlara hizmet etmektedir. Profesyonel spor müsabakaları işçi sınıfını hemen yanı başında gerçekleşen bir felâkete dahi duyarsız hâle getirebiliyor. Bakın, Türkiye Otomobil ve Motor Sporları Federasyonu (TOMSFED) başkanı, motor sporlarının Türkiye'de nasıl da değerlendirilemeyen bir ekonomik pazar olduğunu anlatırken neler diyor: "İlginçtir, Formula 1'i Türkiye'de izleyen seyirci sayısı çok ama bunun farkında değiliz. Bir örnek vereyim: NTV'nin yaptığı bir araştırma, Avustralya Grand Prix'sini sabahın altısında izleyen insan sayısının, İkinci Düzce Depremi ile ilgili haberleri izleyenlerden daha fazla olduğunu gösteriyor."



Evleri başlarına yıkılırken, tepesine bombalar yağarken tüm olup bitenlere karşı tepkisiz bir halk. İşte burjuvazinin istediği tam da budur! Bunu sağlamanın en iyi yollarından biri de kitleleri profesyonel spor müsabakalarının izleyiciliğine aşırı derecede bağımlı hâle getirmektir. Böylelikle tüm dünyada profesyonel futbola olan ilgi tam bir çılgınlık boyutuna ulaşmış bulunuyor.



Çünkü kapitalist sistem kitleler üzerindeki tahakkümünü yalnızca zora dayanarak ilânihaye sürdüremez. Bu yüzden burjuvazi her zaman baskı araçlarından medet ummaz; bazen de kitlelerin ağzına bir parmak bal çalarak ve onların tepkilerini başka kanallara yönelterek, sistemin temellerini sarsacak devrimci bir tehlikeyi engellemeye çalışır. Nitekim 36 yıl boyunca Portekiz halkını nasıl yönettiği sorusuna faşist diktatör Salazar, "3 F ile: Futbol, Fado, Fiesta" cevabını veriyordu, yani futbol, müzik ve eğlence. Hatta Lizbon Stadyumunun inşasının, Salazar'ın, "bana on binlerce insanı uyutabileceğim bir beşik yapın" sözüyle başlatıldığı söylenir.



İspanya'nın ünlü futbol kulübü Real Madrid'in yüz bin kişilik stadı da faşizmin ürünüydü! Türkiye'de de faşizm futbolu aynı gerekçeyle kullandı. 60'lı yıllardan beri kabaran dalganın etkisiyle politikleşen kitleleri pasifize etmek için futbol zaten iyi bir araçtı. Ama toplumsal kurtuluş yerine futbolcu olup paçayı kurtarma düşüncesinin yaygınlık kazanması esas olarak ‘80 sonrası döneme denk düştü.[10]

VE TÜRK(İYE) FUTBOLU!



"Türk(iye) Futbolu" mu dediniz? Merve Erol'u dileyin o hâlde!



"Futbolun şiddetle ne kadar iç içe olduğu malûm. Bir sene içinde ceza almayan kulüp, koltukları sökülmeyen stad yok gibi. Her türlü müsabakada tartışma ve kavga artık vakayı adiyeden ama, mesela daha geçenlerde bir halı saha maçında iki kişi birbirini bıçakladı.



Ankarasporlu Ediz'in Türkiye Kupası'nda Manisaspor'la yaptıkları maçta attığı golden sonra yaptığı bozkurt işareti de, havanın nereden estiğini bir kez daha gösteriyor bize. Sedat Peker'in nüfuzunu işlettiği takımları, oyuncuları zaten iyi kötü biliyoruz...



Ve dönüp günlerdir konuşulan Trabzon'a bakıyoruz. Fatih Tekke'nin belinde silahıyla İstanbul'a maça gelmesini hemen herkesin nasıl normal karşıladığını, bu hareketin onun gibi bir ‘uşağın' doğasında bulunduğunun söylendiğini hatırlıyoruz (Hem İstanbul'un kapkaççı dolu olduğunu söyleyen Tekke ne yapsın?). Yıllarca Trabzonspor başkanlığını yürüten Mehmet Ali Yılmaz da unutulur gibi değil:



Oyuncusu Campbell'a ‘Elin Arabı', ‘Yamyam' diyen, sonra da pişkin pişkin "Ne var yani, Arap değil mi?" diye kendini savunan Yılmaz'ın sözleri böylece yanına kâr kaldı, ceza dahi almadı.



Sonuçta, bugünlerde hep dendiği gibi, iş Trabzon'la sınırlı değil. Lucescu'yu da yıllar boyu futbol basınının saldırısına maruz bıraktık, ‘Çingeneliğini' vurgulayarak, üstü başı dökülüyor diyerek. Aynı zamanlarda onunla kıyaslanıp yere göğe konamayan Fatih Terim televizyonlara çıkıyor, ‘şu markalardan giyiniyorum' diye ‘imaj çalışması' yapıyordu."[11]



Eski bir futbolcu olan Kemalettin Şentürk'ün ifade ettiği noktanın görülmesi gerek: "Anadolu'daki birçok futbol kulübü düne kadar MHP'liler veya sempatizanlarınca yönetiliyordu.



Buna başkanlar, teknik direktörler, futbolcular... dahildir. AKP iktidarı sonrası birçok Anadolu kulübü yüzünü AKP'ye dönmek durumunda kaldı. Dolayısıyla da çok ciddi bir iktidar kavgası var..."



Evet, evet nasıl sunmaya ya da ambalajlamaya kalkışırsanız kalkışın; futbolun toplumsal işlevi nihai kertede "milliyetçi + ırkçı bir şiddet + saldırganlık = futbol" denklemindeki üzeredir!



Görülmesi, gösterilmesi gerek: "Kültür sanayisinin futbol sektörü amansız bir rekabet, forma renklerinin hiyerarşisi ve ulus temsili ile her zamankinden daha fazla ulus devlete olan sadakati ve duygusal aidiyeti üretmekte. Atılan her gol yeni bir fetihtir; kazanılan her maç ulusun ispatı"dır![12]



Örneğin, "Hasan Cemal köşesinde, ‘futbol milliyetçisi' olduğunu ‘itiraf' ediyor, bu gerçeği de ‘Çünkü futbolu severim' cümlesiyle gerekçelendiriyordu. Yadırganacak bir şey yok, Cemal'in sözlerinde. İtiraf dememin nedeni, coşkulu milli takım takibi serüveninin sonunda bir samimiyet buhranı üslubuyla bu cümleye gelmiş olması. (...)



Hasan Cemal'in, ‘Ben futbol milliyetçisi miyim? Galiba öyle. Çünkü futbolu seviyorum' mantık silsilesinde kendini açık eden, samimi bir sevginin milliyetçilik için meşru ve yeterli bir neden olduğu anlayışı. Abartılı gelebilir, ama bu mantığın bizi sürükleyeceği bir dönemeç de Cemal'in kendini karşısında konumlandırdığı azgın milliyetçiliğin ‘sevgi dayatması', ‘Ya sev ya terk et'çiliği maalesef.



Yazısını ‘Haydi bastır Türkiye!' cümlesiyle bitiren Hasan Cemal, başka konularda gösterdiği titizliği gerektirecek bir alanda olmadığını düşünüyor besbelli. Futboldur, haktır.



Yunanistan-Türkiye arasında Türkiye milli takımının farklı galibiyetiyle sona eren maça okurunu ısıtmaya çalışan çok satan dört spor gazetesinin manşetleri savaş çığlıkları atıyordu. Fanatik ve Fotomaç, manşetlerinde Atatürk'ün imzasını kullanarak haykırıyordu: ‘Muhtaç olduğunuz kudret, damarlarınızdaki kanda mevcuttur.' 12. Adam, ‘Ey Türk gençliği, birinci vazifen...' düşürmüştü logosunun üstüne. Fotospor'unsa asaletle filan kaybedecek vakti yoktu: ‘Atina'yı deleriz! Yorgo'yu öperiz!'



Kanın, asil ya da değil, damarda durduğu gibi durmadığını biliyoruz. Bu kan çığırtkanlığının ergen oğlan çocuğu şımarıklığıyla ticari kazanca tahvil edilmesinde son derece büyük bir tehlike görmüyor musunuz?



12. Adam'dan Hilmi Şahin, Birgün'ün sorusuna şöyle cevap vermiş: ‘Tek kelime ile ticari. Çok taraftarı değilim ama Türkiye'de maalesef durum bu. Bu arz talep meselesi. Türkiye'de konjonktür günlük değişiyor.' Şahin'in sözlerinde, hepimizin aşina olduğu bir savunma tiki görünüyor. Ben karşıyım ama maalesef Türkiye böyle. Bir de, alan memnun satan memnun...."[13]



Ve nihayet aynı zamanda da mafyatik bir "yolsuzluk, şike, skandal" aygıtı olarak futbol bu!



Bundan başka "ne" ise, futbola "güzellemeler" düzen(ler) her kim ise(ler), ne olur "Avrupa Şampiyonası 2008" çılgınlığının hemen eşiğinde yazsın(lar) da öğrenelim...



"Terim'e rağmen, Türkiye'yi tutuyorum," diyen Orhan Pamuk'a soralım örneğin...



Evet, evet Der Spiegel'de yayınlanan söyleşide şunları ifade eden Pamuk'a soralım:



"Euro 2008 maçlarını tabii izleyeceğim. Ancak Türk takımı kaybettiği zaman dayanamıyorum. Hevesim kırılıyor...



Takım tutkusu din gibidir. Nedeni niçini yoktur...



Portekiz diktatörü Salazar, ülkesini futbol yardımıyla da yönetmişti. Futbol ona göre halkın afyonuydu. Bizde de böyle olsa sevinirdim. Ama burada futbol afyon değil, milliyetçilik, yabancı düşmanlığı ve otoriter düşünce üreten bir makine gibi. Ayrıca galibiyetlerin değil, yenilgilerin milliyetçiliği körüklediğini düşünüyorum...



Milli Takım Teknik Direktörü Fatih Terim bir ultra-milliyetçi olsa da, Avrupa Şampiyonası'nda tabii ki Türkiye'yi tutuyorum, tıpkı sizin Alman milli takımını tuttuğunuz gibi..."



2 Haziran 2008 12:39:01, Ankara.



N O T L A R

[1] Antonio Salazar, Portekiz diktatörü.

[2] Cevdet Doğan, "Popüler Kültür ve Spor/Futbol", Sosyoloji Notları, No:4-5, Nisan 2008, s.139.

[3] Rahşan İnal, "Başka Futbol Mümkün (mü?)", Radikal İki, 2 Temmuz 2006, s.7.

[4] Mustafa Kutlay, "Şampiyonlar Ligi'nin Değeri 3.7 Milyar Euro", Hürriyet, 20 Şubat 2008, s.12.

[5] Mehmet Arslan, "Fener de Onlar Kadar Dev", Hürriyet, 21 Aralık 2007, s.28.

[6] Işıl Özgentürk, "Seks ve Futbol", Cumhuriyet, 30 Mayıs 2006, s.20-8.

[7] Hakan Keysan, "Futbol ve İktidar", Evrensel, 14 Mart 2007, s.14.

[8] Hakan Keysan, "Taraftar Şiddetinin Psiko-Sosyolojisi", Evrensel, 14 Mart 2007, s.14.

[9] Hakan Keysan, "Koşullar Savaşı Çağırıyor, Futbolu Değil", Evrensel, 19 Aralık 2007, s.14.

[10] Suphi Koray, "Profesyonel Spor: Kitlelerin Afyonu, Kapitalistlerin Bacasız Fabrikası", Marksist Tutum, No:16, Temmuz 2006.

[11] Merve Erol, "Yeşil Sahaların Suikast Vadisi", Radikal Cumartesi, 27 Ocak 2007, s.5.

[12] Fırat Aydınkaya, "Dünya Kupası ve Irkçılık", Ülkede Özgür Gündem, 21 Temmuz 2006, s.5.

[13] Yıldırım Türker, "Rap Rap Geliyorlar!", Radikal İki, 1 Nisan 2007, s.3.

Hiç yorum yok: