4 Nisan 2008 Cuma

CEJNA NEWROZ PİROZ BE!

Newroz direniş, yeniden diriliş, devrimci Kawaların direniş çağrılarında tutuşan bir isyan ve mücadele günüdür. Newroz yüz yıllardır bu anlayışla kutladı, bugün de her şeye rağmen, tüm saptırma, özdenboşaltma çabalarına rağmen bu duygularla kutlanıyor. Halkımız, yine alanlarda, yine Newroz halaylarında, yine direniş ateşleri üzerinde atlayarak bağımsız ve özgür ufukları, yeni yaşam umutlarınıselamlıyor! Bununla birlikte Newroz'u gölgeleyen, özünü boşaltan çabalar da az değil... Newroz, bir direniş günüdür, ideolojik, politik ve ruhsal kapsamı derin, kendisini sürekli büyüten ve yeniden üreten bir mücadele günüdür! En başta sömürgeci sistemle hesaplaşma günü, ulusal kimliğineinat ve kararlılıkla sahip çıkma günüdür! Tüm saptırma ve ulusal kimlik isteminin içini boşaltıma çabalarına rağmen bu, yine de böyledir! Ateş, dağların yükseltilerinde, tepelerinde yakılan ateş, sadece bir direniş ve zorbalığa başkaldırı işareti mi? Direniş ve zafere yürüyen büyük mücadelenin tüm toplum tarafından benimsenmesi,topyekûn bir ulusal seferberliğin gerçekleştirilmesi gerekir. Kawa efsanesinde olduğu gibi, dağ başlarında yakılan ateş, bir mücadele çağrısı, bir iletişim ve örgütlenme aracı, bir araya toplanma vezulmün kaleleri üzerine yürüme silahıdır! Bu noktada Çağdaş Kawa Mazlum Doğan'ın Newroz eylemine sözü getirmek istiyoruz. Halkların, sınıfların, parti ve örgütlerle bireylerin tarihlerinde yenilgiler vardır, yenilgi ve başarı paradoksal birbütünü ifade ederler. 1981 yılında 12 Eylül faşizminin Diyarbakır zindanlarında geliştirdiği teslimiyet, ihanet ve vahşet politikalarına karşı PKK tutsakları 7-8 ay süren dişe diş bir direnişgeliştirdiler. Kısa bir süre içinde mevcut olarak 100 dolaylarında bir sayıya inmelerine rağmen direnişte tereddüt etmediler. Sadece fiili ve diğer eylem biçimleriyle direnmediler, aynı zamanda bununideolojik-politik ve teorik olarak haklılığını, gerekliliğini, kaçınılmazlığını savundular, düşünsel ve ruhsal dünyalarını bununla donattılar. O dönemde Diyarbakır zindanında yatan diğer Kürt gruplarıgibi 12 Eylül vahşetine "direnemeyiz, direnirsek hepimizi duvar diplerinde götürürler" gibi teslimiyet teorilerini yapmadılar. Direnmenin salt bir onur, kimlik ve kişilik sorunu olarak değil, aynızamanda bağımsızlık ve özgürlük bilinci, umudu olduğunu ve mücadelesi açısından tarihsel ve yaşamsal önemini kavradılar. Dayatılan politikanın özünü ve direnişin yaşamsal önemini kavramış veiliklerinde hissetmişlerdi. Bu, çok önemliydi, daha sonraki görkemli direnişlerin düşünsel ve ruhsal temel gıdasıydı. Bu, "Direnmek yaşamaktır" sözünde ete kemiğe bürünmüştü. Büyük bir direniş yürütüldü, ancak Mayıs 1981'ın sonlarına doğru yenilgiye uğradı. Direniş yenilgiye uğradı, ama yenilginin teorisi yapılmadı, her fırsatta ve her yerde yenilginin olumsuzluğu,yarattığı ve yaratacağı sonuçlar ifade edildi, direnişin önemi ve kaçınılmazlığı vurgulandı. Aslında direniş tümden bitmemişti, zindanlarda yenilgi vardı, dayatılan kurallara uyuluyordu, ama buuymanın sınırları, direnç noktaları bilinçte belirlenmiş ve fiili olarak uygulanıyordu. Mahkemelerde ise PKK, Kürdistan, özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi en etkin biçimde ve en üst düzeydesavunuluyordu. Öyle de olsa bu, bir avuntu, savsaklama ve içinde yaşanılan durumu meşrulaştırmada bir gerekçe-bahane yapılmıyordu. Direnişi her zemin, her alan ve düzeyde egemen kılmanın gerekliliğisavunuluyor, direnişi bütünlüklü yaşama zorunluluğu vurgulanıyor, bunun pratik çabası sergileniyordu. Dayatılan ağır koşullar, vahşet düzeyindeki işkence, her anı işkenceye dönüştürülen günlük yaşamınkendisi bahane gösterilerek içinde bulunulan durum kabul edilebilir görülseydi, daha sonraki görkemli direnişlerin hiçbiri olmayacak ve zindan duvarları, sadece zulüm duvarları değil, utanç duvarlarıolacak, onuru ve kişiliği un ufak edilmiş, umudu yok edilmiş bir kuşak ortaya çıkacaktı. O tarihi koşullarda ölümüne direniş değil, aman dileyen, yalvaran, "hizmete hazırız" diyen kadrolar olsaydı, etkileri dağa, serhıldanlara uzanacak büyük direnişler gelişebilir miydi? Mazlum, son derece onurlu, başı dik, ilkelerine sonuna kadar, ölümüne bağlı bir devrimciydi. Her zaman direnişlerin önünde oldu, en son eylemiyle zindan tarihinde bir dönüm noktası oldu, mücadelemizdeDevrimci Kawa adıyla direniş simgesi haline geldi. 1981 yenilgisinden sonra Mazlum'u sevinçli gören, gülerken gören tek bir tanık yoktur. Bu, boşuna değildir. Bu, yenilgi ve teslimiyeti içinesindirmeme, hiçbir biçimde kabul etmeme duruşudur. Bu duruş, onu büyük direnişe götürdü. Teslimiyetin ihanete götürdüğü, bu ihanetin salt ihanet kavramıyla açıklanamayacağını biliyordu ve günlükyaşamın acımasız pratiği bunu her an doğruluyordu. Bu bilincin başka bir boyutu daha vardı: Mutlaka kazanmak, bir daha yenilgi yüzü görmemek kesin kararındaydı. Mutlak başarı, başarıyı hiçbir risk altına sokmama anlayışı, onun eylem biçimine de yansıdı... O koşullarda kesin sonuç, mesajıntereddütsüz verilmesi başka türlü olanaklı değildi. Bu düşünsel ve ruhsal duruş onu Çağdaş Kawa haline getirdi. Bugün Kürdistan'da binlerce Mazlum adını taşıyan genç, çocuk varsa, onun adı bütüngüncelliğiyle bilinçlerde ve günlük eylemdeki canlılığını koruyorsa bu, boşuna değildir! Mazlum'un direnişi, Dörtlerin Eylemi, 14 Temmuz Ölüm Orucu Eylemi ve daha sonra Eylül ve Ocak Direnişleri için bir esin kaynağı, öncü ve ateşleyici gücü oldu. Ve Zindan Direnişi, 15 Ağustos Atlımı vedaha sonra büyüyecek kitle direnişleri için ateşleyici bir güç oldu. Bugün bu gerçeği sömürgeci çevreler de eksik bir noktadan da olsa teslim etmek durumunda kalıyorlar. Onlar, Diyarbakır'da yaşatılanişkence vahşetinin daha sonra gelişen gerilla ve serhildanların en önemli teşvik edici, tetikleyici gücü olduğunu söylerler. Ama bu eksik ve eksik olduğu için yanlış olan bir değerlendirme... EğerDiyarbakır'da andığımız devrimci direnişler olmasaydı, işkence ve vahşetin kendisi tek başına direnişi tetikleyicisi bir rol oynayabilir miydi? Hayır, işkence ve vahşetin kendisi tek başına, bir direniş ve öncü karşı koyuş olmadan ateşleyici bir güç olamaz! Tersine korku ve teslimiyetin esas dinamiği işlevini görür! Zaten zindanda dayatılanvahşetin amacı, korkmuş, sinmiş, utanç içinde bırakılmış, dayatılan her şeye itirazsız boyun eğen bir toplum yaratmaktı. Direniş, bu politikalarını boşa çıkardı, direniş kendisini büyüttü, çoğalttı vetoplumsal temele oturttu... Bunlar ne kadar gerçekse, devrimci direnişin kurumlaşmadığı, tersine tek kişiye dayalı bir iktidar siteminin oturtulmasında ve kurumlaştırılmasında hoyratça kullanıldığı da bir gerçektir! Newroz ileanılan ve sergilediği direnişle adı Çağdaş Kawa olarak anılan Mazlum'un düşüncesinde, eyleminde ve yaşam çizgisinde "devlete hizmet" sözü var mı; yine onun ufkunda bu düzen ve devletten aman dilemek,af edilmek, düzenin meşruiyeti karşılığında düzen sınırları içinde içi boş bir siyaset yapma anlayışı var mıydı? Peki, şimdi meydanlarda, sokakta kulağınıza çarpan, bilincinize seslenilen sözlerin,sloganların Mazlum'un direnişi ve eylem çizgisiyle en sıradan bir ilişkisi var mı? Olmadığı çok açık! Peki, bu, Newroz'un devrimci, direnişçi, özgürlükçü özünün boşaltılması değilse nedir? Sömürgeciler, Newroz'u Nevruzlaştıramadılar, ama İmralı tasfiyecileri, onun devrimci, direnişçi, Mazlumca özünü boşaltmaya, Nevruzlaştırmaya, tasfiyeci çizgilerinin hizmetine koşmaya çalışıyorlar... Uzun sözün kısası, devrimci, direnişçi Newroz'umuza sahip çıkalım! Newrozlarda Mazlumların bayrağını yükseltelim! Onların bayraklarında bu devlet ve düzenden af ve kırıntı dilenciliği değil, bağımsızve özgür ufuklara yürüme kararlılığı vardı! Newroz ateşlerimizle bu bayrağı yeniden yazalım ve yükseltelim! Newroz ateşiyle bilincimizi, ruhumuzu ve eylemimizi yeniden yaratalım! Bîjî Newroz! Yaşasın Mazlumların Newroz'u! 20 Mart 2008 (Kürdistan Devrimci Sosyalistleri)

Hiç yorum yok: